AHİR ZAMAN SORULARINA BEDİÜZZAMAN
CEVAP VERİYOR
.1.
Birinci baskı:Temmuz 2005
GÜNEŞ
YAYINCILIK
Darülaceze Caddesi No: 9
Ekşioğlu İş Merkezi B Blok D: 5
Okmeydanı - İstanbul
Tel:(0212) 220 15 60
Baskı: Entegre Matbaacılık
Sanayi Cd. No:17 Yenibosna-İstanbul
Tel:(0 212) 451 70 70
İÇİNDEKİLER
1 MÜCEDDİDLER NE ZAMAN GÖNDERİLİRLER?
2 HİCRİ 12. ASRIN MÜCEDDİDİ KİMDİR?
3 HİCRİ 13. ASRIN MÜCEDDİDİ KİMDİR?
4 HİCRİ 14. ASRIN (BULUNDUĞUMUZ YÜZYILIN)
MÜCEDDİDİ KİM OLACAKTIR?
5 HZ. MEHDİ
NE ZAMAN ÇIKACAKTIR?
6 HZ. MEHDİ NEREDE ZUHUR EDECEKTİR?
7 HZ. MEHDİ’Yİ DİĞER MÜCEDDİDLERDEN AYIRAN VASIF NEDİR?
8 HZ. MEHDİ
SEYYİD Mİ OLACAK?
9 BEDİÜZZAMAN’I MEHDİ ZANNEDENLERE
BEDİÜZZAMAN’IN
CEVABI NE OLMUŞTUR?
10 HZ. MEHDİ, HZ. İSA İLE BİRARADA
FAALİYET YAPACAK MI? ve
HZ. İSA
(AS) HZ. MEHDİ’NİN ARKASINDA NAMAZ KILMIŞ MIDIR?
11 MEHDİLİK KONUSUNU REDDEDENLER OLACAK
MIDIR?
12 HZ. İSA’NIN TALEBELERİNİN SAYISI ÇOK MU
YOKSA AZ MI OLACAKTIR
13 HZ. MEHDİ’NİN TALEBELERİNİN SAYISI ÇOK
MU YOKSA AZ MI OLACAKTIR?
14 HZ. MEHDİ’NİN TALEBELERİNİN ÖZELLİKLERİ
NELERDİR?
15 RİSALE-İ NUR’U EN İYİ ANLAYACAK OLAN
KİMDİR?
16 RİSALE-İ NUR’UN BATINİ TEFSİRE İHTİYACI
VAR MIDIR?
17 RİSALE-İ NURLARI TEFSİR ETMEK SAKINCALI
DEĞİL MİDİR?
18 AHİR ZAMAN KONULARINDA TEFSİR VE TEVİL
YOLUNA
GİDENLERİN BAZI ENDİŞELERİ VAR MI?
19 HZ. MEHDİ’NİN GELİŞİ KONUSUNDA HERHANGİ
BİR RİVAYET
OLMASAYDI BİLE, HZ. MEHDİ’NİN
GELMESİ
ADETULLAHA UYGUN MUDUR?
20 BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ İÇİN
"GEÇMİŞTE KALDI" DEMİŞ MİDİR?
21 BEDİÜZZAMAN KENDİ VAZİFESİNİ NASIL TARİF
ETMEKTEDİR?
22 BEDİÜZZAMAN’IN DÖNEMİNDE BİDATLAR YOK
OLMUŞ MUDUR?
23 HZ. MEHDİ'NİN GÖREVLERİ NELER OLACAKTIR?
24 BU İTTİFAKIN GERÇEKLEŞMESİNE HZ.
MEHDİ’NİN HANGİ
ÖZELLİKLERİ
ve KİMLER VESİLE OLACAKTIR?
25 TARİHTE
BU VAZİFELERİN HEPSİNİ BİRDEN
İCRA ETMİŞ
KİMSE VAR MIDIR?
26 BEDİÜZZAMAN YAŞADIĞI DÖNEMDE MİLYONLARCA
KİŞİDEN OLUŞAN BÜYÜK BİR KİTLENİN DESTEĞİNİ ALMIŞ MIDIR?
27 GÜNÜMÜZDE KURAN AHLAKI DÜNYA ÇAPINDA
YAYGIN ŞEKİLDE
YAŞANIR DURUMDA MIDIR?
28 HZ.
MEHDİ’NİN MADDİ İMKANLARI
DAR MI
YOKSA GENİŞ Mİ OLACAKTIR?
29 MÜSLÜMANLARIN GERÇEK İSEVİLER
İLE
İTTİFAKI OLUŞMUŞ MUDUR?
30 BEDİÜZZAMAN SALTANAT SAHİBİ OLMUŞ MUDUR?
EK
BÖLÜM:“AKILLI TASARIM” SAPTIRMACASI
EK
BÖLÜM:EVRİM TEORİSİNİN SONU
1- MÜCEDDİDLER NE ZAMAN GÖNDERİLİRLER?
Ashâb-ı Kütüb-i Sitte'den İmam-ı Hâkim'in "Müstedrek"inde
ve Ebu Dâvud'un "Kitab-ı Sünen"inde, Beyhaki "Şuab-ı
İman"da tahriç buyurdukları (delillere dayanarak ortaya
koydukları): HER YÜZ SENEDE BİR,
CENAB-I HAK BİR MÜCEDDİD-İ DİN (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin
ihtiyacına göre açıklamak üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici)
GÖNDERİYOR... hadis-i şerifine
mazhar (sahip, erişmiş) ve mâsadak (belirtilen özelliklere tam olarak uyan) ve
müzhir-i tam olan (uyarma görevini tam olarak yerine getiren)... (Barla
Lahikası, s. 119)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerine
dayanarak, Allah'ın her yüzyıl başında bir müceddid göndereceğini
bildirmektedir.
Peygamber Efendimiz (sav) bir diğer hadisinde "her
yüzyılda bir müceddid gönderildiğini" şöyle bildirmiştir:
Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz
sene başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan hurafelerden)
ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)
Hadiste, Allah'ın her yüz senede bir müceddid
yani dini hurafelerden arındırıp tekrar Kuran'da anlatıldığı şekliyle ortaya
koyan, Peygamberimiz (sav)'in sünnetiyle hareket eden, zamanın ihtiyaçlarına
göre insanların kafasında oluşan sorulara Kuran'dan çözümler getiren bir kişiyi
gönderdiği belirtilmektedir. İlerleyen bölümlerde açıklanacağı gibi,
Peygamberimiz (sav)'den sonraki her yüzyıl başında insanlara doğruyu gösterecek
bir müceddid göndermiştir. Ahir zamanın büyük müceddidi de Hz. Mehdi olacaktır.
Hz. Mehdi, pek çok hadiste bildirildiği gibi, Kuran ahlakını eksiksiz
uygulayacak, dini batıl inanış ve uygulamalardan arındıracak, Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini yeniden canlandıracak ve bunu tüm dünyaya hakim kılacaktır.
2- HİCRİ 12. ASRIN MÜCEDDİDİ KİMDİR?
Baştaki hadis-i şerifin "her yüz sene
başında dini tecdid edecek (yenileyecek) bir müceddidi (yenileyiciyi)
gönderiyor" müjdesinin ihbarına (verdiği bilgilere) muvâzi (uygun)
olarak HAZRET-İ MEVLANA HALİD -ekser ehl-i hakikatin tasdikiyle (din
alimlerinin büyük bir çoğunluğunun onaylamasıyla ve ittifakla)- 1200 senesinin
yani ON İKİNCİ ASRIN MÜCEDDİDİDİR. (Barla Lahikası, s. 120)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mevlana Halid'in 12.
asrın müceddidi olduğunu açıklamaktadır.
Peygamberimiz (sav)'den sonra, hadislerde
bildirildiği gibi her yüzyıl başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini
anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir müceddid
gelmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir.
Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779)
yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Bu mübarek
insan, İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun ittifakıyla, Hicri 12. ve 13.
yüzyıllar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat çekmektedir.
3- HİCRİ 13. ASRIN MÜCEDDİDİ KİMDİR?
Madem TAM YÜZ SENE SONRA aynen dört
cihette (yönde) tevafuk ederek (tam uyarak) RİSALE-İ NUR ECZALARI
(BÖLÜMLERİ) AYNI VAZİFEYİ GÖRMÜŞ...
Kanaat verir ki —nass-ı hadis ile (hadisin şüpheye yer bırakmayan
ifadesi ile)— Risale-i Nur tecdid-i din (dini yenileme) hususunda BİR
MÜCEDDİD HÜKMÜNDEDİR. (Barla Lahikası, s. 121)
Bediüzzaman bu sözünde ise, Hz. Mevlana Halid-i
Bağdadi'den tam yüz sene sonra kendisinin ve eserlerinin bir müceddid görevi
gördüğünü açıklamaktadır. Buna göre, 13. asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi'dir.
Bediüzzaman Said Nursi. Mevlana Halid-i
Bağdadi'den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur.
Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bedüzzaman, Hicri 12. asrın
müceddidi Mevlana Halid'den yüz sene sonra yani 13. asırda büyük bir iman
hizmeti gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar
arasındaki müceddiddir.
Bediüzzaman, Risale-i Nur'un müceddidlik yani
dini yenileme görevini tam olarak yerine getirdiği konusunda güçlü bir kanaati
olduğunu belirtmiştir. Risale-Nur'un etkileri ile müceddidlerin faaliyetleri
tam bir uygunluk göstermiş, 12. asırdaki Hz. Mevlana Halid ile aynı görevi,
Hicri 13. yüzyılda Bediüzzaman'ın vesile olduğu Risale-i Nur yerine
getirmiştir. Dolayısıyla Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid'den tam yüz
sene sonra yayınlanan Risale-i Nur dolayısıyla, risalelerin yazarı olan
Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddiddir.
Bediüzzaman'ın burada ortaya koyduğu önemli bir
başka konu daha vardır: Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz
(sav)'den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid
de bir şahs-ı manevi olarak gönderilmemiştir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği
adetullahına uygun olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları
Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu
yanlıştan ayıran bir hidayet rehberi olabilecek birer insan olarak
gelmişlerdir. Ve her birinin talebeleri ve takipçilerinden meydana gelen birer
şahs-ı manevileri oluşmuştur.
Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi
müceddidler bunun en güzel örneklerindendir. Bu mübarek şahıslar yaşadıkları
yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir. Her biri
beklenildiği gibi gelip görevlerini yerine getirmişlerdir. Her birinin çevresinde,
talebelerinden oluşan ve kendilerini temsil eden şahs-ı manevileri olmuştur.
Çevrelerinde bulunan bağlıları ve talebeleri büyük hizmetler yapmışlar, onların
şahs-ı manevilerini oluşturmuşlardır. Ancak elbette ki bu şahs-ı manevilerin
başında birer müceddid olarak hem Mevlana Halid-i Bağdadi hem de Bediüzzaman
bizzat yer almışlardır. Demek ki onlardan sonra gelecek olan Hz. Mehdi de aynı
şekilde manevi bir şahıs olmayacak, aynı görevleri üstlenebilecek, dinin
hakikatlerini insanların ihtiyaçlarına göre açıklayabilecek İslam alimi ve
müceddid hükmünde bir şahıs olacaktır. Bediüzzaman bu gerçeği verdiği
bilgilerle çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
4- HİCRİ 14. ASRIN (BULUNDUĞUMUZ YÜZYILIN)
MÜCEDDİDİ KİM OLACAKTIR?
“Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli
"lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır
sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin Şakirtleri
olabilir.” (Şualar, s. 605)
Bediüzzaman, İslam aleminin üzerindeki zulüm
ortamının kendisinden "bir asır sonra" ancak Hz. Mehdi vesilesi
ile dağıtılacağını söylemiştir. Kendisinden bir sonraki yüzyılda yani Hicri
1400'lü yıllarda Hz. Mehdi'nin yapacağı çalışmalarla, Müslümanların büyük
sıkıntılardan kurtulup feraha kavuşacaklarını açıklamıştır.
İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA GELECEK
bir HAKİKATİ asırlarında KARİB (yakın) ZANNETMİŞLER. (Sözler,
s. 318)
Bediüzzaman bu sözleriyle İslam tarihinde pek çok
kişinin Hz. Mehdi'nin kendi dönemlerinde geleceğini düşünerek yanıldıklarını
belirtmiş ve Hz. Mehdi'nin geliş zamanı hakkında bilgi vermiştir:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, Peygamberimiz
(sav)'den “1400 SENE SONRA” geleceğini hatırlatmıştır. Bu çok önemli bir
bilgidir. Bediüzzaman burada ne 1373, ne 1378 ne 1398 ne de başka bir tarih
vermemiş tam olarak 1400 yıl sonrasından bahsetmiştir. Bu tarih Miladi 1980
yılına denk gelmektedir. Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak Hicri 14. yüzyıla
kadar müceddidlik görevini yerine getiren Bediüzzaman, Hicri 1379 yani Miladi
olarak 1960 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin
gelişi için kendi yaşadığı dönemden çok ileriki bir tarihi belirtmektedir.
Bediüzzaman "1400 YIL SONRA"
tarihini vererek aynı zamanda "14. ve 15. yüzyıllar arasında görev
yapacak olan müceddidin de Hz. Mehdi olduğunu" haber vermektedir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman Hz. Mehdi için "1400
sene sonra GELECEK" ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kesin olarak
"geleceğini" müjdelemektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin
manevi bir kişi olmadığını, "belirtilen tarihte gelecek bir şahıs
olduğunu" açıklamaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgiyle ayrıca Hz.
Mehdi'nin geçmişte ve Bediüzzaman'ın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmemiş
olduğu konusuna da açıklık kazandırmaktadır. Çünkü dikkat edilirse Bediüzzaman
"Hz. Mehdi geldi ya da gelmiş" dememekte, "gelecek zaman"
belirten bir kelime kullanmakta ve "GELECEK" demektedir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi için "HAKİKAT"
kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman bu ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin gelişinin bir
hakikat yani hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar "kesin bir
GERÇEK" olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin
gelişinden önce Mehdi olduğu sanılan şahısların aksine, "1400 sene
sonra gelecek olan Mehdi'nin bir hakikat" olacağını belirtmiştir. Yani
bu kutlu zatın, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği tüm özelliklere
sahip olan "GERÇEK MEHDİ" olacağını ve bu özellikleriyle Mehdi
sanılan kişilerden ayırt edilip tanınacağını hatırlatmıştır.
Bediüzzaman daha önce de birçok kişinin, Hz.
Mehdi'nin geliş tarihi ile ilgili çeşitli kanaatlere kapıldıklarını ve bu
mübarek zatın "kendi yaşadıkları yüzyıla yakın" bir tarihte
geleceğini sandıklarını belirtmiştir. Ancak Bediüzzaman "KARİB (YAKIN)
ZANNETMİŞLER" diyerek söz konusu kişilerin Hz. Mehdi'nin önceki
tarihlerde çıkmış olabileceğini düşünmekle yalnızca bir "zanda
bulunduklarını" ancak yanıldıklarını hatırlatmıştır. Gerçekte ise Hz.
Mehdi'nin "Hicri 1400 yılında" geleceğini ve bu tarihten sonra
faaliyetlerine başlayacağını bildirmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın verdiği bu
tarih Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde verilen bilgilerle tam bir uyum
halindedir.
5- HZ. MEHDİ NE ZAMAN ÇIKACAKTIR?
HAKİKİ BEKLENİLEN ve BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT dahi bu zamanda
gelse... (Kastamonu Lahikası, s. 57)
Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin henüz
gelmediğini, Müslümanlar tarafından beklendiğini ve kendi yaşadığı devirden bir
asır sonra geleceğini bildirmektedir.
Bediüzzaman, "HAKİKİ BEKLENİLEN"
sözleriyle Hz. Mehdi'nin "HENÜZ BEKLENDİĞİNİ" ifade etmekte ve
bu mübarek zatın kendi döneminde "HENÜZ GELMEDİĞİNİ"
belirtmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemde gelmiş
olduğunu düşünüyor olsaydı, kuşkusuz ki bu ifadeyi kullanmazdı. "Hakiki
beklenilen" yerine "gelmiş olan" veya "gelen"
derdi. Dolayısıyla Bediüzzaman, bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini
ve gelmesinin tüm İslam alemi tarafından beklendiğini vurgulamaktadır.
Bediüzzaman Hicri 1300'lü yıllarda yaşamıştır.
Kendisinden sonra gelecek asır olan Hicri 1400'lü yıllar Hz. Mehdi'nin çıkış
zamanıdır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı "HAKİKİ"
kelimesiyle de Hz. Mehdi'nin gelişinin ne kadar kesin bir gerçek olduğunu
belirtmektedir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi için bir kez daha "GELECEK"
kelimesini kullanmış ve onun kendi yaşadığı dönemde henüz gelmediğini ve "İLERİDE
GELECEĞİNİ" tekrar belirtmiştir. Bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin
"manevi bir kişilik" değil, "GELMESİ BEKLENEN BİR İNSAN"
olduğunu da bir kez daha vurgulamıştır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözünde, gelmesi
beklenilen bu mübarek zatın geliş zamanını da müjdelemektedir. Hz. Mehdi'nin "KENDİSİNDEN
BİR ASIR SONRA, YANİ HİCRİ 1400'LÜ YILLARDA" ortaya çıkacağını haber
vermektedir. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi döneminde yaşadığını
düşünseydi, böyle uzak bir tarih vermez, aksini açıkça ifade ederdi. Demek ki
Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaati hiçbir itiraza yer bırakmayacak kadar
kesindir.
Bediüzzaman'ın ifadesinde belirttiği,
"sahabe döneminden 1400 sene sonrası" Hicri 1400'lü yılların
başlarına, yani Miladi olarak 1979-1980 senelerine denk gelmektedir.
Bediüzzaman, Hicri 1327'de Şam'da Emevi
Camii'nde on bin kişiye verdiği hutbesinde, Hicri 1371'den sonraki İslam
aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmakta, ahir zamandan çeşitli tarihler
vererek, beklenen Mehdi'nin mücadele zamanlarına dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin göreve başlaması ve inkarcı zihniyeti fikren mağlup
etmesi ile ilgili olarak şu tarihleri bildirmektedir:
“Ta 1371 senesinden sonraki alem-i İslam'ın
mukadderatına (kaderine) nazar eden (göz atan) Hutbe-i Şamiye'deki
hakikatler... Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki
marifet (müsbet ilimler ve sanat, ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve
medeniyetin mehasini (medeniyetin iyiliklerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip,
cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat
meyelanını (hakikati araştırma meyli) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan
sevgisini) o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM
ASIR SONRA onları darmadağın edecek”. (Hutbe-i Şamiye, 25)
Şam'da yaptığı bu konuşmada, Hicri 1371
senesinden sonra yaşanacak gelişmelere dikkat çekerek, Hz. Mehdi'nin göreve
başlamasının 1371 tarihinden 30-40 yıl sonra olacağını bildirmiştir. Bu tarih
ise Hicri 1401-1411, Miladi olarak da 1980-1990 yılları arasıdır.
Yine aynı konuşmanın devamında Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin, inkarcı fikir sistemini, fen, ilim ve medeniyetin imkanları
sayesinde fikren susturacağını haber vermiştir. Bu fikri üstünlüğün tarihi
olarak da 1371 tarihinden yarım asır sonrasını bildirmiştir. Bu da Hicri
1421, yani Miladi 2001 senesi demektir.
Bediüzzaman'ın ahir zamanla ilgili bir diğer
açıklaması da şöyledir:
YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK (tan yerinin ağarması,
Güneş doğmadan önceki kızıllık, sabah vakti) BAŞLADI veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib (sabaha
karşı ufukta yayılmaya başlayan birinci kızıllık) de olsa, OTUZ KIRK SENE
SONRA FECR-İ SADIK (fecr-i kazibden sonra yayılmaya başlayan ikinci aydınlanma)
ÇIKACAK. (Hutbe-i Şamiye, 23)
Bediüzzaman'a göre fecr-i sadık'ın çıkacağı
yıllar:
1371 + 30 = 1401 = 1981
1371 + 40 = 1411 = 1991
Bediüzzaman bu izahına göre Hakkın karşısında
batılı temsil eden düşünce olan ateizmin ve materyalist felsefenin dağıtılmaya
başlamasının 1981-1991 yıllarında, fikren tam anlamıyla susturulup
dağıtılmasının başlamasının ise 2001 yılında olacağına işaret etmiştir ve bunun
genişleyip devam etmesi 2010 yılına kadar sürecektir. (En doğrusunu Allah
bilir)
6-HZ. MEHDİ NEREDE ZUHUR EDECEKTİR?
Şimdi, HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN (şahısların)
hakkındaki rivayatın (rivayetlerin) ihtilafatı (farklılıkları) ve sırrı şudur
ki: Ehadisi tefsir edenler (hadisleri açıklayanlar), metn-i ehadisi
tefsirlerine (hadis metinlerindeki açıklamalarına) ve istinbatlarına (gizli
manaları meydana çıkarmalarına) tatbik etmişler (uygulamışlar). Mesela: MERKEZ-İ
SALTANAT o vakit Şam'da veya Medine'de olduğundan, vukuat-ı Hz. Mehdiyye
veya Süfyaniyye'yi (Hz. Mehdi ve Süfyan ile ilgili olayları) MERKEZ-İ SALTANAT civarında olan
Basra, Kufe, Şam gibi yerlerde tasavvur (düşünerek) ederek öyle tefsir etmişler
(açıklamışlar). (Sözler, s. 359)
Bediüzzaman, son saltanat ve Halifeliğin merkezi
İstanbul'da olduğu için Hz. Mehdi ile ilgili olayların da bu şehirde
gerçekleşeceğini bildirmiştir:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, kendisinden
sonra gelecek birçok şahıs olacağını bildirmiştir. Bu kişilerin bazıları
gelmiş, vazifelerini yapıp vefat etmişlerdir. Her yüzyıl başında gönderilen
müceddidler bunlardan bazılarıdır. Peygamberimiz (sav)'in geleceğini haber
verdiği şahısların bazıları da halen beklenmektedir. Bediüzzaman da eserlerinde
halen beklenmekte olan bu ahir zaman şahısları hakkında hadisler doğrultusunda
detaylı bilgiler vermiştir. Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin yanı sıra, Deccal ve Süfyan
(hadislerde ahir zamanda İslam dünyası içerisinde ortaya çıkacağı ve Hz.
Mehdi'ye karşı mücadele edeceği bildirilen ve Süfyan-ı Deccal olarak anılan
şahıs) gibi inkara dayalı bir mücadele verecek ahir zaman şahısları da
Bediüzzaman'ın bilgi verdiği bu kişiler arasındadır.
Bediüzzaman buradaki "HZ. MEHDİ GİBİ
EŞHASIN (ŞAHISLARIN)" sözleriyle öncelikle çok açık bir şekilde Hz.
Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, "BİR ŞAHIS OLDUĞUNU"
belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle ayrıca Hz. Mehdi gibi, diğer ahir zaman
şahıslarının da manevi kişilikler olmadıklarını, aynı şekilde "BİRER
ŞAHIS" olduklarını açıklamıştır. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu
sözleri, ahir zaman şahıslarından bir kısmının birer "şahıs", bir
kısmının ise birer "şahs-ı manevi" olarak gelecekleri iddialarını
geçersiz kılmaktadır. Çünkü Bediüzzaman "Hz. Mehdi gibi şahıslar" sözleriyle
bunların tümünü kapsayan ve hepsi için "ŞAHIS" tanımlamasını
yapan bir ifade kullanmaktadır. Nitekim Bediüzzaman eserlerinde Deccal ve
Süfyan'ın birer şahıs olduklarını ne kadar net bir şekilde açıklamışsa, Hz. İsa
ve Hz. Mehdi konusunda da bu gerçeği o kadar açık ve anlaşılır ifadelerle dile
getirmiştir. Deccal'in de fiziksel özelliklerini anlatmış, Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin de fiziksel özelliklerini tarif etmiştir. Dolayısıyla Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin birer şahs-ı manevi olacakları düşüncesi, Bediüzzaman'ın bu
açıklamalarına tamamıyla ters düşmektedir. Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi'den
açıkça bir şahıs kelimesini kullanarak bahsetmekte ve aksi yöndeki düşüncelerin
geçersizliğini ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerini açıklayanlar,
o dönemlerde saltanatın merkezi Basra, Şam, Kufe gibi yerlerde olduğu için Hz.
Mehdi ile ilgili olayların bu civarlarda gerçekleşeceğini düşünmüşlerdir. Ancak
Bediüzzaman, son saltanat ve Halifeliğin merkezi İstanbul'da olduğu için Hz.
Mehdi ile ilgili olayların da bu şehirde gerçekleşeceğini bildirmiştir. Bu
ifadelerle Bediüzzaman ahir zaman ile ilgili rivayet ve açıklamaların daha iyi
anlaşılmasını sağlamaktadır.
7- HZ. MEHDİ’Yİ DİĞER MÜCEDDİDLERDEN AYIRAN
VASIF NEDİR?
Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ, BİR NEVİ MEHDÎ
VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ. Fakat HER BİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ
BİR CİHETTE (açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR ZAMANIN
BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI ALMAMIŞLAR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını dünya
üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların
geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi'nin yapacağı üç
önemli görevi birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir:
Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya
açıklık kazandırmıştır. Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)'in
hadislerine dayanarak her yüz yıl başında bir müceddid (yenileyici)
gönderileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi'nin de Hicri
14. yy'ın başında geleceğini ve 14. ve 15. yy'lar arasındaki müceddid olacağını
belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca geçmiş dönemlerde
gönderilmiş olan müceddidler ile Hz. Mehdi arasındaki farkı açıklamış ve Hz.
Mehdi'nin hangi özelliğiyle bu müceddidlerden ayırt edilebileceğini
bildirmiştir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen müceddidlerin,
onun üç vazifesinden birini yerine getirdiklerini ve bu açıdan "bir nevi
Mehdi ve müceddid görevi üstlendiklerini" söylemiştir. Ancak Bediüzzaman,
yukarıda bahsettiği üç vazifenin üçünü birden yerine getirecek olan kişinin
yalnızca "BÜYÜK MEHDİ" olacağını ve bu özelliğiyle diğer
müceddidlerden ayırt edileceğini
belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın kullandığı "BİR NEVİ
MEHDİ" ifadesi de bu durumu açıklamaktadır. Bediüzzaman geçmişte gelen
ve Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden yalnızca bir tanesini yapan kimselerin
gerçekte ahir zamanın beklenen Mehdisi olmadıklarını, bu kimseleri "bir
nevi mehdi" olarak nitelendirerek ifade etmiştir.
Bediüzzaman sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi
olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisini, "sabık (önceki)
Mehdiler", diğerini ise ahir zamanda gelecek olan "BÜYÜK
MEHDİ" olarak adlandırmıştır. Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin
yapacağı faaliyetleri saymış ve bunları ondan başka kimsenin yapamayacağını
belirtmiştir. Bu yüzden, bu önemli görevlerin yerine getirilmesine vesile olan
kişiye "BÜYÜK MEHDİ" demiştir. Bediüzzaman eserlerinde,
kendisi de dahil olmak üzere önceki dönemlerde gelen, sabık Mehdiler olarak
adlandırdığı müceddidlerin bu üç görevi yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi
olamayacaklarını anlatmıştır. Bediüzzaman eserlerinde ayrıca söz konusu
kimselerin Büyük Mehdi unvanını alamamalarının bir diğer sebebinin ise, bu
kişilerin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirttiği özelliklere uymamaları
olduğunu bildirmiştir.
8- HZ. MEHDİ SEYYİD Mİ OLACAK?
BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM. Bu
zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI AL-İ
BEYT'TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR. (Emirdağ
Lahikası, s. 247-250)
Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirilen en önemli
özelliklerinden biri de, "SEYYİD" yani Peygamber Efendimiz
(sav)'in soyundan olmasıdır:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden
başka vakit kalmamış da olsa Allah BENİM EHL-İ BEYTİMDEN (SOYUMDAN) BİR ZATI
(Hz. Mehdi'yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Bediüzzaman da bu sözünde, kendisinin
Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını, Hz. Mehdi'nin ise bu mübarek soydan
olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman seyyid değildir ve seyyid olmamasının
kendisinin Mehdi olmayacağının delillerinden biri olduğunu belirtmektedir.
Kuşkusuz ki bir kişiye bir soru sorulmasının nedeni, ilgili konunun doğrusunu
öğrenmektir. Bediüzzaman Said Nursi'ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının
nedeni doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında "Hayır, ben Mehdi
değilim" diyorsa ve bunun onlarca delilini öne sürüyorsa buna inanmak
gerekir. Zira Bediüzzaman çok açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş ve "ben
seyyid değilim" demiştir.
Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı,
bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktu. Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken
bir özellik değildir. Tam aksine Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak
Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı,
bunu hiçbir şekilde gizlemez ve açıkça ifade ederdi. Peygamberimiz (sav)'in
soyundan olduğunu ifade etmekten büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle bir
soru sorulduğunda "Evet seyyidim, ama Mehdi değilim" derdi. Zira
Bediüzzaman bizzat kendi eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisini
hatırlatarak "seyyid olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin
Kuran ahlakına uygun olmadığını" belirtmiştir.
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim
diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi...
hadis ve Kuran'da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu'dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, s. 52)
Bediüzzaman'ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz
(sav)'in hadisinde bildirildiği gibi, İslam ahlakına göre, seyyid olan bir kişi
hiçbir nedenle bunu gizleyemez, saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de ben
seyyidim diyemez. Bu durumda Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir
şahsın, seyyidliğini gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir düşüncedir.
Bunun yanı sıra her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da
söz konusu değildir. Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan
bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için,
her insan bu gerçeği rahatlıkla dile getirebilir. Dahası Bediüzzaman
"Benim bu konudaki tek eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi
olurdum" da dememiştir. Tam aksine Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin tüm
özelliklerini, yapacağı benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların
hiçbirinin kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir.
9-BEDİÜZZAMAN’I MEHDİ ZANNEDENLERE
BEDİÜZZAMAN’IN CEVABI NE OLMUŞTUR?
RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ HAKLI OLARAK HZ.
MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin de bir
mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden
(dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili
(temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz.
Mehdi ismini) ONA VERİYORLAR. Gerçi bu, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR
SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır)... (Emirdağ Lahikası, s. 266)
Bediüzzaman Risale-i Nur'un şahs-ı manevisinin ve
bu eserlerin yazarı olarak kendisinin de kimi zaman Hz. Mehdi olabileceğinin
düşünüldüğünü, ancak bunun bir karıştırma ve hata olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman burada "HAKLI OLARAK"
deyimini, Risale-i Nur cemaatinin Mehdi kabul edilmesini haklı bulduğunu
vurgulamak için değil, böyle bir kabulün kolayca düşülebilecek ve mazur
görülmesi gereken bir hata olduğunu vurgulamak için kullanmıştır. Konunun geliş
ve gidişinden, bu mana kolayca anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman önceki
satırlarda açıklanan sözlerinde de bu yanılgının Hz. Mehdi'nin dünya çapında
yerine getireceği iki büyük görevinin gözardı edilmesinden kaynaklandığını
belirterek bunun "HAKLI BİR GÖRÜŞ OLMADIĞINI" açıklamıştır.
Bediüzzaman, Risaleleri kaleme alan kişi olarak,
Risale-i Nurlar gibi kendisinin de Hz. Mehdi olarak değerlendirildiğini, ancak
bunun "BİR ZAN" olduğunu ifade etmiştir. "Zannetme"
kelimesi gerçeklik değil, bir yanılgı ve aldanışın söz konusu olduğunu ifade
eden bir kelimedir. Bediüzzaman, talebelerinin sadece Hz. Mehdi'nin önemli bir
vazifesi olan iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme
yaptığını, ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan "İslam Birliği'nin
sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya hakim
kılınması"nın kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını
söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i Nur'a ve kendisine yapılan Mehdilik
yakıştırmasının yalnızca bir "zan"dan ibaret olduğunu
belirtmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman "zannediyorlar"
diyerek burada bir kez daha kendisini bu düşüncedeki insanlara dahil etmediğini
ve onlarla aynı fikri paylaşmadığını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur'un
Mehdi olarak kabul edilmesinin bir "İLTİBAS" olduğunu ifade
etmiştir. "İltibas" kelimesinin anlamı "BİRBİRİNE
BENZEYEN ŞEYLERİ ŞAŞIRIP BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK"tır. (Yeni Lugat, s.
267) Dolayısıyla burada, birbirine karıştırılan ancak aslında birbirinden
farklı olan iki kavram vardır. Bediüzzaman Risale-i Nur ya da kendisinin Hz.
Mehdi olabileceğinin "zannedildiğini"; ancak gerçekte bunun "bir
şaşırma ve bir karıştırma" olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman bu karışıklığın, Risale-i Nur'un, Hz.
Mehdi'nin üç temel görevinden biri olan "imanı kurtarmak" vazifesini
üstlenmiş olmasından kaynaklandığını açıklamıştır. Bediüzzaman'ın açıkladığı
gibi, tarih boyunca gönderilmiş olan tüm müceddidler Hz. Mehdi'nin
görevlerinden bir tanesini yapmışlardır. Ancak Bediüzzaman da dahil olmak üzere
"üç görev, hiçbir müceddid tarafından aynı anda yerine getirilmemiştir".
Dolayısıyla tarihte Mehdilik konusunda bunun gibi
benzetmeler pek çok kişiye yapılmıştır. Ancak Bediüzzaman, "Hz.
Mehdi'nin, hepsini birarada ve dünya çapında gerçekleştireceği
görevlerini" anlatarak, bu Mehdilik iddialarının hiçbirinin doğru
olmadığını ve Hz. Mehdi'nin ileride gelecek bir şahıs olduğunu açıklamıştır.
Risale-i Nur'a ve Bediüzzaman'a yapılan bu
benzetmede de aynı durum söz konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile ilgili
Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki
izahlar ve özelliklerine dair verilen bilgiler dikkate alınmadığı için "bir
şaşırma ve karıştırma" yapıldığını belirtmektedir.
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur'un
Mehdi olarak kabul edilmesinin aynı zamanda bir "SEHİV"
olduğunu söylemiştir. "SEHİV"in kelime anlamı "HATA,
YANLIŞ, YANILMA"dır (Yeni Lugat, s. 617). Bediüzzaman,
kendisine ve Risale-i Nur'a Hz. Mehdi isminin verilmesinin bir "karıştırma"
olacağını belirtmekle yetinmemekte, cümlesinin devamında bunun bir "sehiv"
yani "hata" olacağını da ayrıca vurgulamaktadır. Bu son derece
açık bir ifadedir. Eğer Bediüzzaman kendisine ve Risale-i Nur'un şahs-ı
manevisine yapılan Mehdilik iddialarında herhangi bir doğruluk payı görseydi,
kuşkusuz ki bunu bir "hata" olarak nitelendirmezdi. Açıkça bu
iddiaların yerinde olduğunu ifade eden sözler kullanırdı. Bunun hata olduğunu
belirtmiş olması, Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaatini çok açık ve hiçbir
itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bediüzzaman, Risale-i
Nur'un ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceği görüşünü kabul etmemektedir.
10- HZ. MEHDİ, HZ. İSA İLE BİRARADA FAALİYET
YAPACAK MI? ve HZ. İSA (AS)
HZ. MEHDİ’NİN ARKASINDA NAMAZ KILMIŞ MIDIR?
Hattâ, "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR,
HZ. MEHDİ'YE NAMAZDA İKTİDA EDER (uyar), TABİ OLUR." diye
rivayeti BU İTTİFAKA (birleşmeye) VE HAKİKAT-I KUR'ANİYE'NİN
METBUİYETİNE VE HAKİMİYETİNE (Kuran hakikatlerine uyulmasına ve tabi
olunmasına) İŞARET EDER. (Şualar, s. 493)
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde
Hz. İsa'nın, Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılacağını bildirmiştir:
İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde,
Beytü'l Makdis'e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını
kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa sabah
vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa'yı öne geçirmek için arkaya çekilir. Hz. İsa
onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki, "Geç öne namazı kıldır. Zira
kamet (farz namazı kılmak için okunan ezan; namaza başlama işareti) senin için
getirilmiştir."... (Ebu
Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman
Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)
Bediüzzaman da, Peygamberimiz (sav)'in bu yöndeki
bir hadisine dikkat çekmekte, bu olayın Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışının
önemli alametlerinden biri olduğunu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman sözlerinde
ayrıca Hz. İsa ve Hz. Mehdi döneminde Allah'ın izniyle, İslam ahlakının tüm
dünyaya hakim olacağını ifade etmektedir. Bu hakimiyete, Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin ittifakıyla yürütülecek büyük fikri mücadelenin vesile olacağını
belirtmektedir.
Bediüzzaman bu sözünde Peygamberimiz (sav)'in
sahih hadisleri doğrultusunda "HZ. İSA'NIN, HZ. MEHDİ İLE BİRLİKTE
NAMAZ KILACAĞINI" belirtmiştir. Namaz, Rabbimiz'in insanlar için farz
kıldığı bir ibadettir. Şahsı manevilerin birlikte namaz kılması, namazda
imamlık yapmaları mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeğin kuşkusuz ki çok
iyi bilincindedir ve bu sözleriyle, Hz. İsa'nın ve Hz. Mehdi'nin "BİRER
ŞAHIS" olarak ortaya çıkacaklarını haber vermektedir. Hz. İsa,
yeryüzüne önceki gelişinde namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez
gelişinde de Allah'ın izniyle bu ibadetine devam edecektir. Kuran'da bu konu
şöyle bildirilmektedir:
(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın
kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam
(olayım,) beni kutlu kıldı ve HAYAT SÜRDÜĞÜM MÜDDETÇE, BANA NAMAZI VE ZEKATI
VASİYET (EMR) ETTİ." (Meryem Suresi, 30-31)
Ahir zamanda Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin mübarek
şahısları ortaya çıkacak, Hz. İsa, Hz. Mehdi'nin imamlığında namaz kılacak, bu
iki mübarek zatın yapacakları büyük fikri mücadele neticesinde İslam ahlakı
yeryüzüne hakim olacaktır. Bediüzzaman pek çok sahih hadiste yer alan bu konuyu
hatırlatarak, Hz. İsa ile Hz. Mehdi'nin geldiklerinde istişare içerisinde
olacaklarını bildirmektedir. Bunun için her iki kutlu şahsın da aynı dönemde
ortaya çıkmaları ve biraraya gelmeleri gerekmektedir. Ancak Bediüzzaman
hayattayken böyle bir olay gerçekleşmiş değildir.
Bediüzzaman, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin Kuran
ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması için ittifak edeceklerini bildirmiştir.
İki dinin birleşmesinin İslamiyet üzerine olacağını hadislerle açıklayan
Bediüzzaman, Kuran'ın tabi olunan kitap olacağını, onun hükümlerinin geçerli ve
hakim olacağını bildirmiştir. Bu ittifak ve bu büyük gelişmeler henüz
gerçekleşmemiştir ve Hz. İsa'nın gelişi ve Hz. Mehdi'yle birlikte namaz
kılmaları gibi, bu tarihi olay da tüm dünya Müslümanları tarafından büyük bir
heyecanla beklenmektedir.
11- MEHDİLİK KONUSUNU REDDEDENLER OLACAK MIDIR?
"Kıyamet alâmetlerinden ve âhir zaman
vukuatından (olaylarından) ve Bâzı a'malin (amellerin) fazilet ve sevablarından
bahseden hâdîs-i Şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen
bir kısım ehl-i ilim (ilim sahibi), onların bir kısmına zaîf (zayıf) veya mevzu
(hadis) demişler. İMANI ZAYIF VE ENANİYETİ KAVİ (güçlü) bir kısım da,
inkâra kadar gitmişler." (Sözler, s. 355)
Bazı insanlar, Hz. Mehdi'nin çıkacağı inancına
sahip olmalarına rağmen, zaman geçtikçe bu inançlarında zayıflık göstermekte ve
Hz. Mehdi'nin çıkışına yönelik bir endişeye kapılmaktadırlar.
Ahir zaman ile ilgili olayların bir kısmı
hadislerde benzetmeler ile açıklanmıştır ve özel bir üslup taşımaktadır.
Bediüzzaman da bu tür hadisleri herkesin iyi anlayamadığını belirtmiştir. Özellikle
kendi aklına güvenen bazı ilim sahibi kimselerin ahir zaman hadislerine zayıf
hadis diyeceklerini, imanı zayıf ve enaniyeti olan bazı kimselerin ise bu
hadisleri anlayamadıkları için, içeriğini de inkar edeceklerini söylemektedir.
Oysa ki bilindiği gibi Peygamberimiz (sav)'in
ahir zamanda Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışı konusundaki hadisleri tevatür
derecesindedir. Bunun anlamı şudur: Mehdiyet hakkında aktarılan hadisler, bu
konuda yalan söylemek kastıyla aralarında anlaşmaları teknik olarak mümkün olmayan
kişilerden, pek çok farklı kanal vasıtasıyla hadis alimlerine ulaşmıştır.
Ayrıca dinimizde çok önemli bir kaynak olarak kabul edilen "Kütüb-ü
Sitte"de de Hazreti Mehdi hakkında birçok "sahih" hadis
bulunmaktadır. Kütüb-ü Sitte dışındaki diğer hadis kaynaklarında da Mehdiyetle
ilgili pek çok sahih rivayet nakledilmektedir. Tüm ehl-i sünnet alimleri
Hazreti Mehdi'nin ahir zamanda geleceği konusunda ittifak halindedirler. Çıkış
yeri, zamanı, kimliği ve benzeri detaylar konusunda çeşitli farklı yorumlar bulunsa
da Peygamberimiz (sav)'in müjdelediği bu şahsın geleceği ve İslam ahlakını
yeryüzüne hakim edeceği hakkında muteber İslam alimleri arasında hiçbir görüş
ayrılığı yoktur.
Bunun yanı sıra Peygamberimiz (sav) hadislerinde
Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışından önce bazı kimselerin “Hz. Mehdi gelmeyecekmiş,
Hz. Mehdi yokmuş” gibi sözler sarf etmelerinin ya da Mehdiyet konusunu
reddetmelerinin aslında Hz. Mehdi’nin çıkış alametlerinden biri
olduğunu bildirmiştir. Bu hadislerden biri şöyledir:
“İnsanların ümitsiz olduğu ve "HİÇ MEHDİ FALAN
YOKMUŞ" dediği bir sırada
Allah Mehdi'yi gönderir...” (Ali Bin Husameddin el-Muttaki, Kitab-ul Burhan
fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 55)
12- HZ. İSA’NIN TALEBELERİNİN SAYISI ÇOK MU YOKSA
AZ MI OLACAKTIR?
İSA ALEYHİSSELAM'I NUR-U İMAN İLE (imanın ışığıyla) TANIYAN ve TABİ OLAN
CEMAAT-İ RUHANİYE-İ MÜCAHİDİNİN (mücadele eden ruhani cemaatinin)
KEMMİYETİ (sayısı), Deccal'in mektepçe ve askerce ilmi ve maddi
ordularına nispeten çok AZ VE KÜÇÜK olmasına işaret ve kinayedir
(maksadındadır). (Şualar, s. 495)
Bediüzzaman bu sözünde, ikinci kez yeryüzüne
geldiğinde, Hz. İsa'yı tanıyacak ve destekçisi olacak olan topluluğun
özelliklerinden bahsetmektedir.
Bediüzzaman bu sözünde Hz. İsa'nın onu
destekleyen cemaati tarafından "İMANIN NURU İLE TANINACAĞI"ndan
bahsetmiş, açıkça Hz. İsa'nın "BİR ŞAHIS" olduğunu ifade
etmiştir. "TANINMA" fiili, burada "tanınacak bir kimse
olduğunu" ifade etmekte ve Bediüzzaman'ın manevi bir varlığı değil,
bizzat Hz. İsa'yı kastettiğini ortaya koymaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
İsa'nın ve onun şahs-ı manevisinin birbirinden ayrı kavramlar olduğunu
belirtmektedir. Zira Bediüzzaman "Hz. İsa'yı tanıyan bir topluluk"tan
bahsetmekte, ayrıca "Hz. İsa'nın da bu topluluk tarafından
tanınacağını" bildirmektedir. Bir şahs-ı manevinin bir şahs-ı maneviyi
tanıması ya da bir şahs-ı manevi tarafından tanınması hiçbir açıdan söz konusu
değildir.
Bediüzzaman'ın üzerinde durduğu bu gerçek, şu iki
sorunun cevaplarıyla bir kez daha ortaya çıkmaktadır:
1- Bediüzzaman kimin imanın ışığıyla
tanınacağından bahsetmiştir?
Hz. İsa'nın.
2- Bediüzzaman Hz. İsa'yı kimlerin tanıyacağından
bahsetmiştir?
Onu imanlarının nuruyla tanıyan cemaatinin.
Hz. İsa ile aynı dönemde yaşamak, havarileri gibi
Allah yolunda bu mübarek zatın yardımcılarından olmak, bütün Müslümanların
talip oldukları büyük bir şereftir. Hadislerde ve Bediüzzaman'ın sözlerinde
belirtildiği gibi Allah, Hz. Mehdi ve yanındakilere, Hz. İsa ve ona tabi olan
az sayıdaki inananla aynı safta fikri mücadele yürütmeyi nasip edecektir.
Bediüzzaman eserlerinde bu hak fikri mücadelenin kendisinden hemen sonraki bir
dönemde gerçekleşeceğini belirterek Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışının onun
yaşadığı yıllarda henüz gerçekleşmemiş olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. İsa'nın, kendisini
destekleyen, ona inanan ve gösterdiği yolu izleyen kimselerden oluşan bir
cemaati olacağından bahsetmektedir. Hz. İsa'nın yüksek maneviyatını anlamak,
ancak bu kutlu zatı algılayabilecek kapasitede maneviyata sahip insanlara nasip
olacaktır. Bu topluluk Bediüzzaman tarafından "cemaat-i ruhaniye-i
mücahidin" (mücadele eden ruhani cemaatinin) sözleriyle ifade
edilmiştir. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi bu topluluk, ruhaniyeti, manevi
derecesi yüksek ve Allah yolunda fikri mücadele eden, sürekli gayret içinde
olan bir topluluktur.
Bediüzzaman Hz. İsa'nın bir lider olarak başında
bulunduğu topluluğun sayısının, Allah'ı inkar eden topluluğa kıyasla daha az
ve küçük olduğunu bildirmektedir.
Yüce Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, "... Nice küçük
topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir."
(Bakara Suresi, 249) Ahir zamanda da Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye bağlı, sayıları
az ama Allah'a gönülden iman eden, salih müminler –Allah'ın izniyle- üstün
gelecekler, Mesih Deccal'in fitnesini
tam anlamıyla ortadan kaldıracaklardır.
13- HZ. MEHDİ’NİN TALEBELERİNİN SAYISI ÇOK MU
YOKSA AZ MI OLACAKTIR?
Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve
manevi ordusu yalnız ihlas, sadakat ve tesanüd (dayanışma) sıfatlarına tam
sahip olan bir kısım şakirdlerdir (talebelerdir). NE KADAR AZ
olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ
Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman Said Nursi sözlerinde Hz. Mehdi
cemaatinin sayısının az olacağını söylemiş, ancak sayıları ne kadar az
olsa da, Hz. Mehdi cemaatindeki kimselerin her birinin manen çok güçlü
olacaklarını belirtmiştir.
14- HZ. MEHDİ’NİN TALEBELERİNİN ÖZELLİKLERİ
NELERDİR?
Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve
manevi ordusu yalnız ihlas, sadakat ve tesanüd (dayanışma) sıfatlarına tam
sahip olan bir kısım şakirdlerdir (talebelerdir). NE KADAR AZ DA OLSALAR
manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lahikası,
s. 259)
1- Hz. Mehdi cemaatinin sayısının hadislerde 313
kişi olacağı belirtilmiştir. Böyle olması da yine toplumun büyük bir bölümü
tarafından tanınamadıklarını göstermektedir. İnsanları Allah'a iman etmeye
davet eden, dine çok büyük hizmetler veren böyle değerli bir insana inananların
sayısının bu kadar az olması çok şaşırtıcıdır. Hadislerde Hz. Mehdi'ye çok az
kişinin tabi olacağı şöyle bildirilmektedir:
Muhammed b. Hanefi (r.a)'dan rivayet edildi ki:
Sayıları Bedir Ashabı (313) kadardır. Evvelkiler onları geçmediği gibi,
sonrakiler de onlara yetişemezler. Onların sayıları Talud ile nehri geçenler
kadardır. (Kitab-ul
Burhan Fi Alamet-i Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.57)
Bedir savaşındaki askerler gibi 313 kişinin
kumandasını elinde tutarak etrafa meydan okuyacak. Çünkü bu 313 kişi gece abid
(çok ibadet eden kimse) gündüz kahraman niteliğini taşımaktadırlar. (Kıyamet Alametleri, s. 169)
Aralarında kadınların da bulunduğu 314 kişilik
bir grup oluştururlar. Onlar her zalime galip gelirler. Onların kalpleri demir
gibidir ve onlar gündüz arslan, gece de abiddirler. Ne evvelkiler, ne de
sonrakiler fedakarlıkta onlara yetişemez. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, ss.57-68)
Hz. Mehdi'ye aralarında kadınların da bulunduğu
314 kişi biat edecektir. (El-Kavlu'l
Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s.25)
Hadislerin işaretlerine göre ahir zamanda
Müslümanlara yöneltilecek olan baskı ortamı, aleyhte yürütülen propagandalar ve
atılan iftiralar nedeniyle Hz. Mehdi'ye çok az kişi tabi olacaktır. (En
doğrusunu Allah bilir).
Böyle kıymetli bir şahsın etrafında sayısız
insanın bulunması, insanların ona yardımcı olabilmek için büyük bir şevk ve
heyecan içinde yarışmaları gerekir. Ancak dönemin ahir zaman olması, uygulamada
hak ile batılın yer değiştirmesi, insanların Kuran ahlakından uzaklaşmış
olmaları, ahlaki yozlaşmanın çok yüksek boyutlara ulaşması, Hz. Mehdi’nin
cemaatinin sayısının az ama nitelikli kişilerden oluşmasına vesile olacak
olabilir.
2- Toplumsal baskı, insanların tarih boyunca iman
sahiplerine yardımcı olmalarını engelleyen önemli sebeplerden biridir. Kuran
ayetlerinde bu konuda Hz. Musa'ya iman eden gençler örnek verilmektedir. Ayette
şu şekilde bildirilmektedir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir
zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini
belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun,
gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.
(Yunus Suresi, 83)
Yukarıdaki ayette Hz. Musa'ya "Firavun ve
önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla" iman
eden kimsenin olmadığı bildirilmektedir. İnsanlar eğer Hz. Musa'ya iman
ederlerse baskı göreceklerini, yurtlarından sürüleceklerini, tutuklanıp
öldürüleceklerini düşünmüşlerdir. Bu korku nedeniyle de iman edenlerden uzak
durmuş, başlarına kötü şeyler geleceğini düşündükleri için onlara
yaklaşmamışlardır. Oysa Hz. Musa ve onunla birlikte olan salih müminler,
Allah'ın izniyle çok şerefli ve kutlu bir hayat yaşamışlardır. Ahirette de
güzel ahlaklarının, sabırlarının, iyi davranışlarının karşılığını en güzel
şekilde alacaklarını ummaktadırlar. Hadislerin işaretlerine göre aynı durum Hz.
Mehdi’nin ilk dönemleri için de söz konusu olacak, toplumun büyük kesimi
menfaatlerine zarar gelmesi endişesiyle Hz. Mehdi'ye yakın olmaktan, onu
desteklemekten kaçınacaklardır.
Ayette haber verilen bilgilerden biri de Hz.
Musa'ya sadece kavminden genç bir topluluğun iman etmiş olmasıdır. Hadislerde,
Hz. Mehdi'ye de gençlerin tabi olacağına işaret edilmektedir. Bu bilgilere göre
Hz. Mehdi'nin cemaati hem sayıca az hem de gençlerden oluşan bir topluluk
olacaktır. (En doğrusunu Allah bilir). Hz. Mehdi'nin çevresinde gençlerin
olacağına işaret eden hadislerden bazıları şu şekildedir:
Mehdi bizden Ehl-i Beytten (soyumdan) bir
gençtir. İhtiyarlarınız ona yetişmeyecek, gençleriniz ise onu ümid
edeceklerdir. Allah dilediğini yapacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.23)
Mehdi'nin bayraktarı, sakalı hafif, rengi sarı,
küçük bir genç olacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 51)
Onun bayraktarı doğudan Temimi soyuna mensup bir genç
olacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
Muntazar, s. 26)
15- RİSALE-İ NUR’U EN İYİ ANLAYACAK OLAN KİMDİR?
... Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde
asıl sahibleri, yâni Mehdi ve şâkirdleri, Cenâb-ı Hakkın izniyle gelir, o
daireyi genişlendirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip
Allaha şükrederiz. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.172)
Bediüzzaman bu sözlerinde Risale-i Nur’un asıl
sahiplerinin Hz. Mehdi ve şakirtleri olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla
Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına göre, “Risale-i Nur’u en iyi anlayacak,
çözecek ve anlatacak olan kişi de Hz. Mehdi olacaktır”.
Risale-i Nur’u en iyi anlayacak olan kimsenin Hz.
Mehdi olacağı Bediüzzaman'ın risalelerdeki diğer sözlerinden de açıkça
anlaşılabilmektedir. Bu sözlerinden birinde Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu
özelliğini şöyle açıklamaktadır:
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN
BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük
İslam alimi) hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini
hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam
alimi, yenileyen, yenileyici), hem HAKİM, hem MEHDİ hem MÜRŞİD
(doğru yolu gösteren kişi) hem KUTB-U
AZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en
büyük mürşidi) olarak bir zat-ı nuraniyi (nurlu bir zatı)
gönderecek ve o zat da, Ehl-i Beyt-i
Nebeviden (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) olacaktır. (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin “en büyük müçtehid”
(ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi) ve “en
büyük müceddid” (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre
ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi) sıfatlarını taşıyacağını
bildirmiştir. “Müceddid” dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre
açıklayan, “müçtehid” de ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran
büyük İslam alimi ve önderidir. Bu vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına
örnek olmuş, yol göstermiş,
zamanın kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme (hükümleri
usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm
verme vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır;
Müslümanlar da onlara uymuşlardır. İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam
Maliki bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların
verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu “müçtehid ve
müceddidlerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını” ifade etmiştir. Bu
da “Hz. Mehdi'nin içtihat etmeye (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran
ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye, dini hakikatleri
açıklamaya en yetkili kişi olarak Risale-i Nur’u da en iyi anlayacak ve
açıklayacak kişi olacağını” ortaya koymaktadır.
16- RİSALE-İ NUR’UN BATINİ TEFSİRE İHTİYACI VAR
MIDIR?
Bediüzzaman, sözlerine gizli anlamlar yüklememiş;
düz bir anlatımla anlatmak istediklerini samimi olarak ifade etmiştir. Kuran’ın
tefsiri olduğunu ifade ettiği Risale-i Nuru ayrıca tefsir etmeye gerek yoktur.
Bediüzzaman bu konuyu şöyle açıklamıştır:
“Risale-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir.
Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem
faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Risale-i Nur
bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.” (Emirdağ Lahikası, s. 159)
Demek ki risaleler, herhangi bir konuda
Bediüzzaman'ın tüm kanaatlerini en açık ve doğru şekilde yansıtmaktadır. Ahir
zaman, Hz. İsa'nın ve Hz. Mehdi'nin gelişi ve İslam ahlakının hakimiyeti
konularında da risalelerdeki açıklamalar, Bediüzzaman'ın sözlerinin
anlaşılabilmesi için tamamen yeterlidir.
Ancak buna rağmen kimi çevrelerde, Bediüzzaman'ın
açık anlatımının ardında bir de batıni anlamlar gizlendiği; dolayısıyla Risale-i
Nur Külliyatı’nın anlaşılabilmesi için Bediüzzaman'ın sözlerinin “batıni
tefsir” ile tefsir edilmesi gerektiği şeklinde yanlış bir kanaat söz
konusudur. Risalelerde şifreli ve karmaşık bir anlatım olduğu, düz okumayla
anlaşılamayacağı ve bu şifreleri de ancak belirli yeteneklere sahip özel bazı
kişilerin çözebilecekleri düşünülür.
Oysa Bediüzzaman'ın apaçık ve hikmetli
sözlerinden oluşan Risalelerde anlatılanlar okuyanlar tarafından kolaylıkla
anlaşılmaktadır. Bediüzzaman'ın veciz bir şekilde kaleme almış olduğu apaçık
sözlerinin bir kez daha tefsir edilmesi gerektiği düşüncesi yanlıştır.
Bediüzzaman “avamdan havassa ya da bir ortaokul talebesinden bir filozofa
kadar okuyan herkesin kolaylıkla anlayabileceği“ (Kastamonu Lahikası, s. 70), (Şualar, s. 549) sözleriyle, risalelerin böyle batıni bir tefsir
anlayışıyla yorumlanmasına ihtiyaç olmadığını açıklamaktadır.
17- RİSALE-İ NURLARI TEFSİR ETMEK SAKINCALI DEĞİL
MİDİR?
Risale-i Nurların geniş kitleler üzerindeki
samimi etkisi son derece açıktır. Buna rağmen Bediüzzaman'ın apaçık sözlerini
bir kez daha tefsir etmek ve yorumlamak gibi girişimler, Bediüzzaman'ın
sözlerinin aslından uzaklaşmasına ve yanlış çıkarımlarda bulunulmasına yol
açacaktır. Bu nedenle risalelerin ‘batıni tefsir’ adı altında ikinci bir kez
daha tefsir edilmesi sakıncalı bir yaklaşımdır.
Bediüzzaman’ın bizzat kendisi eserlerinde pek çok
kez bu konunun önemini ifade etmiş; böylesi bir anlayışa karşı olduğu yönündeki
fikirlerini beyan etmiştir. Eğer risalelerdeki metinlerin tefsire ihtiyacı
varsa, bunu yine bu metinler üzerinde yapılacak ek açıklamalarla izah etmenin
uygun olacağını belirtmiştir. Bu sözlerinden birinde Bediüzzaman, “böyle bir
tefsir anlayışına gidilecek olunursa, bunun nasıl suistimale açık hale
geleceğini ve bu yolla risalelerde anlatılan hakikatlerin nasıl aslından
uzaklaşıp değişeceğini” şöyle hatırlatmıştır:
Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarda hâşiyecikler (açıklamalar) yazılsa daha münasiptir (uygundur). Çünkü metin içine girse, teksir
edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih (düzeltme) lazım gelir. Hem su-İ İstİ’male kapI açIlIr, muarIzlar (karşı çıkanlar) istifade ederler.
Hem herkes senin gibi muhakkik (hakikati araştırıp inceleyip bulan) müdakkik
(inceden inceye tetkik eden, en ufak gizli şeyleri bile görmeye çalışan) olmaz,
yanlIŞ mana verİr, bİr kelİme İlave eder, ehemmİyetlİ bİr
hakİkatİ kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda (düzeltmelerimde) böyle zararlı ilaveleri çok gördüm... (Emirdağ Lâhikası Elyazma, s. 661)
Bediüzzaman’ın bu açıklamaları ahir zaman
konusunda yapmış olduğu izahlar için de geçerlidir. Bediüzzaman, Hz. İsa'nın
ahir zamanda ikinci kez yeryüzüne geleceğini, Hz. Mehdi'nin ise tüm
Müslümanlara bir hidayet önderi olarak ortaya çıkacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman'ın bu konulardaki tüm izahları çok açıktır. Eğer Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin göreve başlayacağı tarih için hadislere dayandırarak Hicri 1400
diyorsa, bunu başka türlü yorumlamak mantıksız olur. Bediüzzaman ayrıca Hz. Mehdi'nin
üç büyük görevi birarada yerine getireceğini; hem siyaset, hem diyanet, hem de
saltanat alanında Mehdilik yapacağını da açıkça belirtmiştir. Buna rağmen
Mehdiliği üçe bölmek, tek bir tanesinin Mehdilik için yeterli olacağını
söyleyerek yanlış yorumlamak olmaz. Veya bu konular gibi seyyidlik konusunda
da, Bediüzzaman, seyyid olmadığını ve bu konuda seyyid iken olmadığını
söylemenin dinen uygun olmadığını açık ve net olarak izah etmişken, anlamı
farklılaştıracak şekilde tevil ve tefsir yapmak da doğru değildir. Aynı
şekilde Bediüzzaman, Hz. İsa'nın, Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılacağını
hadis vererek açıklamışken, ‘aslında öyle demek istemedi’ diyerek bu bilgileri
farklı yönde tefsir etmek de doğru değildir. Zira hem Peygamberimiz (sav)'in
sözü, hem de Bediüzzaman'ın bu hadis doğrultusundaki açıklamaları varken, bunun
aksini söylemek yanlış olur. Bunun gibi Bediüzzaman, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
birlikte yapacakları faaliyetleri ve tüm dünyaya Kuran ahlakını hakim
kılacaklarını açıklamış ve bu konuda hadisler doğrultusunda tarihler de
vermişken, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmeyeceklerini, yalnızca birer şahsı
maneviden ibaret olacaklarını öne sürmek de büyük bir yanılgı olur.
Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. İsa ve Hz. Mehdi birer şahsı manevi olarak
değil, birer şahıs olarak geleceklerdir. Elbette onların temsil ettikleri birer
şahsı manevileri de olacak, ancak şahsı manevilerinin başında kendileri de
bizzat lider olarak bulunacaklardır. Tüm dünya Hz. Mehdi'nin liderliği altında
toplanacak, Kuran ahlakının yaşanmasıyla birlikte anarşi ve kargaşa ortamı son
bulacak ve yeryüzüne huzur ve barış hakim olacaktır.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın tüm sözlerinin, bu
doğrultuda, risalelerdeki açık izahları esas alınarak değerlendirilmesi
gerekir. Bunun dışında, ‘falanca kişinin rüyası, falanca kişinin özel
sohbetlerde duydukları, falanca kişiye yapılan özel açıklamalar’ gibi
izahlarla, Bediüzzaman'ın yazımını bizzat tashih ve tasdik ettiği eserleri
değiştirmeye çalışmak ise, geçerli olmayan yakışıksız hareketlerdir.
Bu durum Bediüzzaman'ın Risalelerde anlattığı her
konu için geçerlidir. Nitekim böyle bir tefsir mantığının Risale-i Nurlar
üzerinde nasıl bir etki oluşturacağının da iyi düşünülmesi gerekir. Zira böyle
yanlış bir mantıkta isteyen herkes Bediüzzaman'ın her sözüne kendince farklı
bir açıklama getirebilir ve bu şekilde Bediüzzaman'ın hiçbir izahını kabul
etmeyebilir. İsteyen kişi, kendince uygun görmediği her izahı, şahsi
kanaatlerine ya da çevresinden duyduklarına göre tefsir etme yoluna gidebilir.
Böyle bir girişimin engellenmesi ise, ahir
zamanın büyük müceddidi Bediüzzaman'ın büyük bir samimiyetle kaleme aldığı
eserlerine sahip çıkmakla, onun gerçekte söylemek istediklerini tam anlayıp onu
desteklemekle mümkün olacaktır.
18- AHİR ZAMAN KONULARINDA TEFSİR VE TEVİL
YOLUNA GİDENLERİN BAZI ENDİŞELERİ VAR MIDIR?
Risaleleri tefsir etmenin, ahir zaman konularında
Bediüzzaman’ın açık ifadelerini tevil etmenin altında “bunlar doğruysa ne
yaparız, Bediüzzaman’ın dedikleri çıkmıyor” gibi düşüncelerden kaynaklanan
korkular olabilir.
Bediüzzaman ele aldığı konuları çok titiz ve
olması gerektiği gibi net bir şekilde açıklamıştır. Anlattıklarında herhangi
bir çelişki veya gerçeğe uygun olmayan bir şey yoktur. Ahir zamanla ilgili
söylediği sözler belirttiği tarihlerde aynen gerçekleşmiş, bir çoğu da
belirttiği zaman geldiğinde gerçekleşmektedir.
Herhangi bir tevil yapılmadan, ön yargısız olarak
bakıldığında konunun çok açık olduğu, her şeyin yerli yerine oturduğu
anlaşılacaktır. Bediüzzaman’ın anlatımlarının Kuran’a ve Peygamber Efendimiz
(sav)’in hadislerine tam olarak uyduğu görülecektir. Bunun sonucunda insanların
Bediüzzaman’a olan güvenleri sevgi ve bağlılıkları, Risale-i Nur’un bütününde
anlatılanlara inançları artacaktır. Peygamber Efendimiz (sav)’in Hz. Mehdi’yle
ilgili çok ayrıntılı hadislerine rağmen hangi sebeple olursa olsun bu konuda
yanlışlığa düşmek, geçeği inkar etmek mümine yakışmaz.
Allah’a güvenmek, yersiz korkulara kapılmamak
gerekir. Mümine yakışan Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerine güvenmek,
Bediüzzaman'ın açıklamalarına güvenmek, gelişen olayları bu çerçevede önyargısız
olarak değerlendirmektir.
19- HZ. MEHDİ’NİN GELİŞİ KONUSUNDA HERHANGİ BİR
RİVAYET OLMASAYDI
BİLE, HZ. MEHDİ’NİN GELMESİ ADETULLAHA UYGUN
MUDUR?
Herşeye gücü yeten Allah, Hz. Mehdi ile İslam'ın
üstündeki karanlığı dağıtabilir. Ve vaadetmiştir, vaadini elbette yapacaktır.
Kudret-i İlahiye (Allah'ın gücü) noktasında gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab
(sebepler bazında) ve hikmet-i Rabbaniye (Allah'ın dilemesi) noktasında
düşünülse, yine o kadar makul ve vukua (gerçekleşmeye) layıktır ki; eğer
muhbir-i Sadık'tan (doğru sözlü olan Peygamber (sav) rivayet olmazsa dahi,
herhalde öyle olmak lazım gelir. Ve olacaktır diye ehl-i tefekkür (düşünenler)
hükmeder." (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman eserlerinde, geleceği hadislerde net
olarak açıklanan Hz. Mehdi'nin, müjdelenmemiş dahi olsa, gelmesinin adetullaha
(Allah'ın kainatta koyduğu değişmez hükümlere) uygun olduğunu belirtmiştir.
Kuran'da bahsi geçen tüm mümin topluluklarının
başında bir elçi ya da önder yer almaktadır. Ahir zamanda da Kuran ahlakının
tüm yeryüzüne hakim olması gibi dünya tarihinin çok müstesna bir döneminde
müminlerin başsız, kendi halinde bir topluluk olarak kalmaları Kuran'da
bildirilen adetullaha uygun değildir (en doğrusunu Allah bilir).
Ayetlerde bildirildiği gibi, İslam ahlakının
hakimiyeti Allah'ın bir vaadidir. Allah, “İslam ahlakını tüm dünyaya hakim
kılacağını, inanan kullarını güç ve iktidar sahibi kılacağını” (Nur Suresi, 55) vadetmiş ve bu vaadinin
kesin olduğunu bildirmiştir. Rabbimiz bu vaadini muhakkak yerine getirecektir.
Ayrıca Kuran'da, mümin toplulukların mutlaka başlarında bir lider bulunduğu
bildirilmektedir. Her peygamber, nebi veya elçi, gönderildikleri topluma
önderlik yapmıştır. Tarih boyunca tüm örneklerinde görüldüğü gibi, hakimiyet
döneminde de Müslümanların başlarında onlara yol gösterecek bir liderleri
mutlaka olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in mütevatir hadislerinde (içinde
yalan ihtimali olmayan ve yalan üzerine birleşmeleri düşünülemeyecek kadar
kalabalık olan bir cemaate ve kuvvetli haberlere dayanan hadislerle), bu
dönemde müminlerin liderinin “Hz. Mehdi” olacağı haber verilmiştir.
İslam dünyasının başında, tüm Müslümanları
biraraya getirecek şekilde bir lider uzun süredir yoktur. Müslümanların bu ilk
lideri, 1400 senedir müjdelendiği gibi Hz. Mehdi olacaktır. Hz. İsa ahir
zamanda yeryüzüne gelecek, müminlere önderlik edecek ve Hz. Mehdi ile birlikte
İslam'ın nurunun tüm insanları aydınlatmasına vesile olacaklardır.
20- BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ İÇİN "GEÇMİŞTE
KALDI" DEMİŞ MİDİR?
O “İLERİDE
GELECEK” ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN
(Hz. Mehdi’nin) bir HİZMETKARI ve ONA YER HAZIR EDECEK BİR DÜMDARI (yardımcı
kuvveti) ve O BÜYÜK KUMANDANIN PİŞDAR BİR NEFERİ (önden giden bir askeri)
olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Mehdi ile ilgili
yaptığı bütün açıklamalarda, onun mutlaka “geleceğini” vurgulamıştır. Hz.
Mehdi’nin beklenildiğini, kendi yaşadığı dönemden daha ileriki bir zamanda
geleceğini, o geldiğinde kendisinin vefat etmiş olacağını, çalışmalarıyla ona
bir zemin hazırladığını, kendisini Hz. Mehdi’nin bir askeri olarak gördüğünü,
ahir zamanla ilgili yüzlerce sayfa izahında ısrarla vurgulamıştır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin, Hz. Mehdi’nin
geçmişte çıkmış olduğuna dair hiçbir izahı bulunmamakla birlikte, Hz. Mehdi’nin
ileride ki bir zamanda geleceğine dair birçok eserinde, bir çok defa, ayrı ayrı
ifadeleri bulunmaktadır. Aşağıda, Bediüzzaman’ın eserlerinde Hz. Mehdi için
ileride “gelecek” ifadesinin geçtiği bazı sayfalar yer almaktadır:
(Sözler, s. 318 ve s. 358; Kastamonu Lahikası, s.
57, ve s. 99; Barla Lahikası, s. 162; Tılsımlar Mecmuası, s. 168; Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9 ve s. 138)
21- BEDİÜZZAMAN KENDİ VAZİFESİNİ
NASIL TARİF ETMEKTEDİR?
BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM (gözledim)
VE EDİYORUM. FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR
ETMEK LAZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANİ ZATLARA
(nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz). (Mektubat, s.
371)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve yardımcılarını
"baharda gelecek kudsi çiçekler" olarak nitelendirmiş, “kendisinin
ise, yaptığı hizmetlerle bu mübarek şahsa zemin hazırlayan bir öncü olduğunu”
belirtmiştir.
Bediüzzaman, "bir nur" olarak ifade
ettiği ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışını çok gözlediğini
ve hala da gözlemekte olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok
açık bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ve kendisinin de bu mübarek
şahsın çıkışını büyük bir heyecanla gözlediğini belirtmektedir. Yalnız
Bediüzzaman değil, sahabeler döneminden itibaren milyonlarca samimi Müslüman,
İslam alimleri, mezhep imamları, müçtehidler Hz. Mehdi ve beraberindeki
müminlere karşı derin bir sevgi beslemişlerdir. 1400 yıldır bu mübarek zatı
sevgi ve saygıyla anmışlardır. Ona ve cemaatine dua etmişler, onlar için
Allah'tan yardım dilemişlerdir. Hz. Mehdi ve cemaati gelmiş geçmiş tüm
Müslümanların ortak dostudur. Tüm inananlar için şevk ve heyecan vesilesidir.
Bediüzzaman da sözlerinde bu bakış açısını dile getirmekte, kendisinin de büyük
bir heyecan ve sevgiyle Hz. Mehdi'nin gelişini beklediğini ifade etmektedir.
Bediüzzaman, burada kullandığı "ÇOK İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM"
yani "ÇOK GÖZLEDİM VE GÖZLÜYORUM" sözleriyle bu durumu dile
getirmiş, ancak hayatta olduğu süre içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının
gerçekleşmediğini bildirmiştir.
Bediüzzaman ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi ve
cemaatine karşı içten ve derin bir sevgi sahibidir. Hz. Mehdi ve yanındakilerin
güzel ahlakını ve mücadelelerini "ÇİÇEKLER"e benzetmekte ve
onların baharda, yeryüzünün tüm güzelliklerinin ortaya çıktığı dönemde
geleceklerini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin geleceği dönemi karanlık
kara bir kışın ardından gelen aydınlık, güneşli, güzelliklerle dolu bir bahara
benzetmektedir. Bediüzzaman'ın çiçek benzetmesi bu dönemde yaşanacak huzur,
barış, adalet ve güzellikleri anlatmak için yapılmış çok güzel bir
örneklendirmedir. Bediüzzaman bu bahar döneminin çok yakın olduğunu
bildirmektedir. Bir başka açıklamasında ise kendisinin "acele edip kışta
geldiğini" belirtmiş; nasıl kışın hemen ardından bahar geliyorsa, ahir
zamanda gelecek mübarek şahıs ve cemaatinin de, kendisinden hemen sonra baharı
getireceğini müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde “kendisinin
Hz. Mehdi olmadığını, ancak bu mübarek zata ortam hazırlayan bir öncüsü
olduğunu“ ifade etmiştir.
Bediüzzaman bir kez daha "KUDSİ
ÇİÇEKLER" sözleriyle bahsettiği Hz. Mehdi ve talebelerine karşı olan
sevgisini dile getirmiş, Hz. Mehdi'nin gelişini çok gözlediğini ve halen de
gözlemeye devam ettiğini belirtmiştir. Bu durumda gelecek olan şahıslara, yani
Hz. Mehdi ve cemaatine zemin hazırlamak gerektiğini söyleyen Bediüzzaman,
kendisinin ve cemaatinin bu görevi üstlendiğini ifade etmiştir. Onlardan önce
gelip onlar için ön bir hizmet ve hazırlık yaptığını söyleyerek, Hz. Mehdi'nin
kendisinden sonra gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha dile getirmiştir.
Bediüzzaman "ANLADIK Kİ"
sözleriyle, kendisinin Hz. Mehdi olmadığı, ancak yaptığı hizmetlerle bu mübarek
kişiye zemin hazırlamakta olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir. "ANLADIK
Kİ" ifadesi, Bediüzzaman'ın kalbine gelen gerçeği ve Bediüzzaman'ın bu
gerçeğe net ve samimi olarak inandığını göstermektedir. Bediüzzaman bu
kelimeyle, tevazu gereği böyle bir söz söylemediğini, delilleriyle açıkça
ortada olan bu konuda kesin kanaatini ifade ettiğini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde "HİZMETİMİZLE"
diyerek çoğul bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman bu hizmette tek
başına değildir; kendisine yardımcı olan Nur cemaati de vardır. Bediüzzaman
"hizmetimizle" derken tüm Nur talebelerini de bu hizmete dahil
etmektedir.
22- BEDİÜZZAMAN’IN DÖNEMİNDE BİDATLAR YOK OLMUŞ
MUDUR?
Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten (veli
şahıstan) işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş
(manasını ortaya çıkarmış) ve kanaati gelmiş ki: 'Şark tarafından bir nur zuhur
edecek (ortaya çıkacak), bidatlar zulümatını (dine sonradan girmiş
hurafeleri) dağıtacak. (Mektubat, s. 371)
Kuran’da ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinde
olmayan “bidat” olarak adlandırılan bazı yanlış inanış ve uygulamalar toplumda
yerleşik adetler olarak halen varlığını devam ettirmektedir. Bu bidatler
Bediüzzaman’ın devrinde de vardı ve onun vefatından sonra da olmaya devam etti.
Hadislerde bildirildiğine göre Hz. Mehdi ortaya
çıktığında, İslam dinine sonradan dahil edilmiş tüm batıl inanış ve
uygulamaları ortadan kaldıracaktır. "... insanlar arasında Peygamberin
(sav) sünneti seniyyesiyle muamele edecek" (İslam Ansiklopedisi,
14. cilt, s.116) rivayetinde bildirildiği gibi, Peygamber Efendimiz
(sav)'in yoluna uyacak ve tıpkı onun dönemindeki gibi din ahlakının hak haliyle
yaşanmasına vesile olacaktır.
Hz. Mehdi hiçbir bidatı bırakmayacak. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il
Muntazar, s. 43)
Mehdi kaldırmadık bidat bırakmayacaktır. Ahir zamanda aynı Peygamber (sav) gibi
dinin icablarını yerine getirecektir.” (Kıyamet Alametleri, s. 163)
23- HZ. MEHDİ'NİN GÖREVLERİ NELER OLACAKTIR?
a- Hz. Mehdi günümüze kadar etkisini sürdüren
materyalizm, Darwinizm ve ateizmi tam anlamıyla susturacak tarzda imani bir
çalışma yapacaktır.
Birincisi: FEN VE FELSEFENİN tasallutiyle
(etkisiyle) ve MADDİYYUN VE TABİİYYUN TAUNU, (materyalizm, Darwinizm ve
ateizm hastalığı) beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında
yayılmasıyla), herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ (materyalizm,
Darwinizm ve ateizm gibi Allah'ı inkar eden dinsiz akımları) TAM SUSTURACAK
TARZDA imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman
edenleri sapkınlıktan korumak)...(Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç büyük
görevinden birincisini açıklamaktadır. Buna göre Hz. Mehdi'nin birinci görevi, "materyalist
ve ateist felsefeleri tamamen susturacak bir şekilde insanların imanlarını
kazanmasına vesile olmak"tır.
Bediüzzaman bu sözlerinde, fen ve felsefenin
etkisiyle materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah'ı inkar eden dinsiz
akımların insanlar arasında yayıldığına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman bu
akımların etkisiz hale getirilerek tam olarak susturulmasının ve insanların
imanının kurtarılmasının Hz. Mehdi'nin birinci görevi olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin birinci
göreviyle ilgili olarak "fen ve felsefe"nin etkisine özellikle
dikkat çekmektedir. Bilim ve felsefe, iman şuuruyla yaklaşan insanların bakış
açısıyla ilerlediğinde, büyük atılımlara, Allah'ın varlığının ve sıfatlarının
daha iyi anlaşılmasına vesile olur. Bilimin, materyalizm savunucuları
tarafından insanlar üzerinde oluşturulan yanlış yönlendirmelerini,
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Hz. Mehdi ortadan kaldıracaktır. Ahir zamanda
teknolojinin hızla ilerlemesiyle birçok bilim dalında gelişmeler olacaktır.
Allah'ın varlığının delilleri, yeryüzündeki iman hakikatleri bilimsel
delilleriyle açıkça ortaya çıkacaktır. Hz. Mehdi bu gerçekleri insanlara en
etkili yöntemlerle ulaştıracak ve bu konuda dünya çapında bir sonuç elde
edecektir. Mesih Deccal'in ahir zaman fitnesi, ancak böyle güçlü yöntemlerle
kırılacaktır.
Materyalizm ve ateizm, insanlığa büyük felaketler
getiren sapkın akımlardır. Darwinizm, materyalizm ve ateizme fikri dayanak
oluşturur. Darwinizm'in iddiası, kainatın ve canlılığın kör tesadüfler
sonucunda kendi kendine yaşamı var ettiğidir. Son 150 yılın en büyük
aldatmacası olan bu akımın fikren tam anlamıyla susturulması günümüze kadar
mümkün olmamıştır. Darwinizm, modern bilimin son bulguları ve ilerleyen teknoloji
vesilesiyle Hz. Mehdi döneminde tamamen ortadan kalkacaktır. İnsanlık tarihinin
gördüğü bu en şiddetli fitnenin fikren susturulması Hz. Mehdi zamanında
gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin, "FELSEFEYİ
VE MADDİYYUN FİKRİNİ TAM SUSTURACAK TARZDA" bir çalışma yürüterek
insanların imanlarının kurtulmasına vesile olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman,
ahir zamanda ateist felsefelerin bir tehlike oluşturacağını bildirmiş,
özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle güç bulacaklarını ve
Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade
etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi'nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri, yani
Allah'ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle
mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla
kaldırmak olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı "TAM
SUSTURACAK TARZDA" ifadesi son derece önemlidir. Bilindiği gibi
materyalizmin hem Türkiye'de hem de dünyada kuvvet bulması Bediüzzaman
zamanında devam ettiği gibi, vefatından yani 1960 yıllarından sonra da günümüze
kadar devam etmiştir. Televizyon ve radyo kanallarının gelişmesiyle, yazılı
basının da desteğiyle etkileri giderek artmıştır. Yani Bediüzzaman'ın
vefatından sonra da materyalizm propagandası artarak 21. yy'a kadar gelmiştir.
Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi,
Bediüzzaman'ın döneminde bu konuda tam bir sonuç elde edilememiştir.
Bediüzzaman bu sözünde kullandığı "TAM SUSTURACAK TARZDA"
ifadesiyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm'in
çöküşüyle birlikte insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Hz.
Mehdi'ye verilmiştir. Bediüzzaman'ın bizzat başladığı, ancak bütünüyle sona
ermeyen bu akımla fikri mücadele, Hz. Mehdi ile devam edecek ve sonuca
ulaştırılacaktır.
Bediüzzaman da "TAM SUSTURACAK"
ifadesiyle, ancak Hz. Mehdi'nin bu mücadelede "tam bir üstünlük
sağlayacağına" işaret etmektedir.
b- Hz. Mehdi
Müslümanların manevi önderi olacaktır.
HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) UNVAN İLE (Peygamberimiz (sav)'in
halifesi unvanı ile) ŞEAİR İ İSLAMİYEYİ (İslam ahlakının esaslarını) İHYA
ETMEKTİR (yeniden canlandırmaktır). (Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman, "HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE
UNVANI İLE" sözleriyle Hz. Mehdi'nin İslam dünyasının önderi olacağını
belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin, "İSLAM TOPLUMUNUN LİDERİ VASFIYLA
İslamiyet'i yeniden canlandırması, milyonları bulan bir topluluğun maddi ve
manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam Birliği'ni sağlaması"
özellikleri, ne Bediüzzaman ne de ondan önceki müceddidlerin döneminde
gerçekleşmiş olaylardır. Bediüzzaman Said Nursi, yaşadığı dönem boyunca İslam
dünyası ve Müslümanlar adına eşsiz hizmetlerde bulunmuş, pek çok insanın doğru
yolu bulmasına, Allah'a yakınlaşmasına ve imanda derinleşmesine vesile
olmuştur. Ardında halen Müslümanlar için önemli bir hidayet rehberi olan hikmet
dolu eserler bırakmış, üstün ilim ve ferasetiyle tüm Müslümanlara ışık
tutmuştur. Büyük mütefekkir Bediüzzaman, şüphesiz 13. asrın müceddididir. Ancak
kendisinin de Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda açıkladığı gibi, "TÜM
MÜSLÜMANLARIN LİDERİ" vasfını taşıması söz konusu olmamıştır. Allah'ın
izniyle tüm İslam alemi için büyük müjdeler içeren bu olaylar, ahir zamanda Hz.
Mehdi vesilesiyle yaşanacak ve bu unvanı da Hz. Mehdi taşıyacaktır.
Bediüzzaman, bu konuyu tüm bu delilleriyle birlikte anlatarak, kendisinin ahir
zaman Mehdisi olmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde Müslüman
yaşamaktadır. Dünya tarihinde ilk defa Müslümanlar sayıca bu kadar çokturlar.
Bu büyüklükte bir kitleye önderlik tarihte kimseye nasip olmamıştır.
Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu şerefli vasfı Allah'ın izniyle ahir
zamanın "Büyük Mehdisi" taşıyacaktır.
Bediüzzaman "ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ İHYA
ETMEKTİR" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin İslam ahlakının
esaslarını yeniden canlandırmak olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada
kullandığı "İHYA ETMEK" kelimesi son derece önemlidir. Bu
kelime "yeniden hayata kavuşturmak" anlamındadır. Hz. Mehdi
İslam ahlakının dünya çapında yaşanmasına vesile olacaktır. Bediüzzaman bu
konunun tohumlarını atmıştır, ancak kendisinin de belirttiği gibi "yeniden
hayata kavuşturma şeklinde bir canlanma", tam anlamıyla Hz. Mehdi
vesilesiyle yerine getirilecektir.
c- Hz. Mehdi henüz oluşmamış olan İslam
Birliği'ni kuracaktır.
ALEM-İ İSLAM'IN VAHDETİNİ (İslam aleminin birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD
EDİP (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi
tehlikelerden ve gadab-ı İlâhi'den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır. (Emirdağ
Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi,
halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları
birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek
sünnetlerini canlandıracaktır. İslam aleminin birliğini oluşturacak, bu
vesileyle insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak ve insanların
Kuran ahlakını uygulayarak Allah'ın gazabından sakınmalarına vesile olacaktır.
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin, daha
önce hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmemiş olan görevlerinden birinin "İSLAM
BİRLİĞİNİN SAĞLANMASI" olduğunu
bildirmektedir. Hz. Mehdi bu birliğin kurulmasına vesile olacak, milyonlarca
Müslümanı biraraya getirecektir. Bediüzzaman'ın da vurguladığı gibi, İslam
Birliği'nin sağlanması ve bu birliğin liderliği unvanının taşınması
Bediüzzaman'ın döneminde, ondan önceki müceddidlerin tarihinde ve günümüzde de
henüz gerçekleşmiş olaylar değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulamış, bu
olayların Hz. Mehdi'nin tanınmasında en önemli alametlerden biri olacağını
hatırlatmıştır. Hz. Mehdi geldiğinde Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, vesile
olacağı bu olaylarla Allah onu tüm insanlara tanıtacaktır.
d- Hz. Mehdi, gerçek İseviler ile ittifak edip,
Kuran ahlakını dünyaya yayacaktır.
O ZATIN
üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ (İslam halifeliğini) İTTİHAD-I
İSLAM'A BİNA EDEREK (İslam Birliği üzerine kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE
(dindar Hristiyanlarla ve Hristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş
birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM'A (İslam dinine) HİZMET
ETMEKTİR. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin,
İslam toplumunu birleştirip Hristiyan önderleriyle, İslam ve Hristiyanlığın
ortak cephesi olan "materyalizm ve dinsizliğe" karşı ittifak etmek ve
bu yolla İslam dinine hizmet etmek olduğunu bildirmektedir. Bir Kuran ayetinde,
"... iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da:
"Hristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve
rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları
nedeniyledir." (Maide Suresi, 82) sözleriyle bildirildiği gibi, samimi
Müslümanlar ve samimi Hristiyanlar birbirlerinin doğal müttefikidirler.
Dinsizliğe karşı ortak bir fikri mücadele yürütmeleri ve yardımlaşmaları
gerekir. Ahir zamanda bu dayanışmanın en güzel örneği Hz. İsa ve Hz. Mehdi
vesilesiyle yaşanacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin bu önemli
alametine dikkat çekmektedir.
Hz. Mehdi'nin İslam Birliği'ni kurup Hristiyan
önderlerle ittifak etmesi ve bu vesileyle İslam'a hizmet etmesi, Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde ve öncesinde de gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman,
kendisi hayatta iken henüz gerçekleşmemiş olan bu gelişmeleri hatırlatarak, Hz.
Mehdi'nin kendisinden sonraki bir tarihte gelecek bir şahıs olduğunu
müjdelemekte ve kendisinin Hz. Mehdi olmadığını bir kez daha
delillendirmektedir.
24- BU İTTİFAKIN GERÇEKLEŞMESİNE HZ. MEHDİ’NİN
HANGİ ÖZELLİKLERİ ve KİMLER VESİLE OLACAKTIR?
BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve KUVVET ve MİLYONLAR FEDAKARLARLA
(MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR (yerine
getirilebilir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, İslam Birliği ile Müslüman ve
Hristiyan dünyasının hak din adına ittifak etmesi gibi büyük bir olayın ancak
üç şartın oluşmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman "PEK
BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET" sözleriyle bu şartlardan ikisini
açıklamaktadır. "Saltanat" kavramı, güç ve yetki ifade eden
bir kelimedir. "KUVVET" kavramı ise "istediği şeyi icra
edebilme gücü yani yetki"yi tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin
İslam Birliği'ni oluşturup bu birliğin liderliğini üstleneceğini ve "pek
büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağını" bildirmiştir.
Bediüzzaman'ın "PEK BÜYÜK" sözleri, Hz. Mehdi'nin sahip
olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir. Böyle
büyük bir kuvvetin Bediüzzaman ve ondan önceki müceddidlerin zamanında
gerçekleşmediği bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu önemli alametini
vurgulayarak, bu mübarek zatın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmediğini, ortaya
çıktığında ise bu özellikleriyle tanınacağını hatırlatmıştır.
Bediüzzaman "MİLYONLAR FEDAKARLARLA
TATBİK EDİLEBİLİR" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesini yerine
getirebilmesi için gerekli olan üçüncü şartın "MİLYONLARCA
FEDAKARLAR" olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
Mehdi'ye tabi olan, onu destekleyen milyonlarca kişi olacağını bildirmiştir.
Böyle geniş çaplı bir destek Bediüzzaman'ın iman hizmetinde söz konusu
olmamıştır. Dahası, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu görevini yerine getirebilmesi
için sadece "milyonları aşan fedakarane bir destek" değil, aynı
zamanda "büyük bir kuvvet, kudret ve hakimiyet"in de bununla birarada
oluşması gerektiğini belirtmiştir. Bu gerçeği hatırlatarak da, Hz. Mehdi'nin
kendi yaşadığı devirde gelmemiş olduğunu ortaya koymuştur.
25-TARİHTE BU VAZİFELERİN HEPSİNİ BİRDEN İCRA
ETMİŞ KİMSE VAR MIDIR?
Hem bu ÜÇ VEZAİFİ (görevi) BİRDEN BİR
ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ
CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA
KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN
(A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (nurani
cemaatini) TEMSİL EDEN HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE
ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (biraraya gelebilir, toplanabilir). (Kastamonu
Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi
olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz.
Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman kendi yaşadığı ve kendisinden önceki müceddidlerin yaşadığı
dönemlerde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz.
Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini söylemektedir.
Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve
ateist felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak
susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam
Birliği'nin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir.
Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden
olacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin aynı anda, "SİYASET
MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ" olarak üç özelliğe
birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir.
Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki
asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin,
ahir zamanda Hz. Mehdi'nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine
getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın "BÜYÜK
MEHDİ"si unvanını alamadıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur'un da Hz.
Mehdi'nin üç görevinden birincisi olan "imanı kurtarmak" görevini
yerine getirdiğini söylemiştir. Ancak bu hizmetin dar dairede sınırlı
kaldığını, Hz. Mehdi'nin geniş dairedeki görevlerini ise ancak Büyük Mehdi'nin
gerçekleştireceğini açıklamıştır. Hz. Mehdi ortaya çıktığı zaman, hadislerde de
belirtildiği gibi, Mehdiliğini iddia etmeyecek ya da bunun propagandasını
yapmayacaktır. Hz. Mehdi'nin burada sayılan büyük icraatları, bu kutlu şahsın
ortaya çıktığının en büyük ispatı ve delili olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin "ÜÇ VEZAİFİ
(GÖREVİ) BİRDEN" yerine getireceğini belirttiği bu sözüyle konunun
önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere, önceki
müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğine dikkat
çekerek, Hz. Mehdi'nin o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade etmektedir.
Bediüzzaman, "BU ZAMANDA"
sözleriyle kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz.
Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi tek bir şahsın aynı anda yerine
getirmesinin ve bu üç vazifenin birbirini engellememesinin mümkün olmadığını
söylemektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin
ne kadar güçlü olduğunu "PEK UZAK" ve "ADETA
KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR" sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da, Hz.
Mehdi'nin Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ortaya çıkmadığını gösteren bir başka
önemli delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine
getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra
gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin hepsini yerine getireceğini
bildirmektedir.
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi'nin
hadislerde bildirildiği üzere "seyyid" yani "Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelen bir kimse" olacağını, "kendisinin ise
seyyid olmadığını" belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya
bir kez daha açıklık getirmekte, "AL-İ BEYT'İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ
NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN" sözleriyle Hz. Mehdi'nin "Peygamberimiz
(sav)'in mübarek soyundan" olacağına dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, "Hz. Mehdi VE cemaatindeki
şahs-ı manevide" sözleriyle Hz. Mehdi'nin şahsından ve onun şahs-ı
manevisini oluşturan cemaatinden ayrı kavramlar olarak bahsetmektedir. Aradaki "VE"
kelimesi, "Hz. Mehdi'nin ve cemaatinin iki farklı varlık
olduğunu" ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin kutlu şahsıyla birlikte, bir
de onun şahs-ı manevisini oluşturan bir cemaati olacaktır. Hz. Mehdi'nin şahsı
olmadan, böyle bir şahs-ı maneviden söz etmek mümkün değildir. Bediüzzaman da
bu gerçeği ifade etmekte ve Hz. Mehdi'nin bir şahıs olacağını müjdelemektedir.
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev ancak
ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin yerine getirebileceği görevlerdir.
Bediüzzaman, burada kullandığı "ANCAK" kelimesiyle bir
başkasının bu görevleri başarmasının Allah'ın dilemesiyle "İMKANSIZ"
olduğunu belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine
getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği
için bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla yerine getirecektir. İslam
tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi,
Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun gerçekleşmediğini
vurgulamaktadır.
26- BEDİÜZZAMAN YAŞADIĞI DÖNEMDE MİLYONLARCA
KİŞİDEN OLUŞAN BÜYÜK BİR KİTLENİN DESTEĞİNİ ALMIŞ
MIDIR?
Alem-i islam'ın vahdetini (İslam aleminin
birliğini) nokta-i istinad edip (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti
(insanlığı) maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı İlâhi'den (Allah'ın
azabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve
hadimleri (hizmetkarları), MİLYONLARLA EFRADI (fertleri) BULUNAN
ORDULAR lazımdır. (Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman "MİLYONLARLA EFRADI
(FERTLERİ) BULUNAN ORDULAR" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin İslam Birliği'ni
sağlamasında, ona yardım edecek çok geniş bir kitlenin var olacağından söz
etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin hizmetinde, Allah'ın varlığı ve birliği
konusunu, iman hakikatlerini tüm insanlığa anlatacak, geniş kapsamlı bir iman
hizmeti yürütecek olan ilim ve iman toplulukları olacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman, eserlerinde yer verdiği diğer
sözlerinde kendisinin de bu ilim ordusunun, onlara önceden hazırlık yapan bir
neferi yani askeri olduğunu anlatmaktadır. Yaşadığı dönemde, Bediüzzaman'ın
hizmetinde böyle geniş bir kitlenin desteği ve yardımı söz konusu olmamıştır.
Bediüzzaman'ın da sözlerinde pek çok kez ifade ettiği gibi, sınırlı bir
topluluk olan Nur talebeleri çok kısıtlı imkanlar içerisinde ve çok büyük
fedakarlıklarla büyük bir iman hizmeti vermişlerdir. Bediüzzaman böyle büyük
bir kitlenin desteğinin, ancak ahir zamanda söz konusu olacağını ve bunun da
Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu büyük görevde nasip olacağını
bildirmektedir.
27-GÜNÜMÜZDE KURAN AHLAKI DÜNYA ÇAPINDA
YAYGIN ŞEKİLDE YAŞANIR DURUMDA MIDIR?
O ZATIN
İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve yerine
getirmektir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
"İCRA VE TATBİK ETMEK", "uygulamak, yürürlüğe sokmak, yerine
getirmek" demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi'nin, Kuran
ahlakının gerekliliklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini
tüm insanlar arasında uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini
belirtmektedir. Bu da, Hz. Mehdi'nin İslam Birliği’ni oluşturması ve tüm
Müslümanların liderliğini üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir. Bediüzzaman'ın
döneminde olduğu gibi günümüzde de halen Kuran ahlakı dünya çapında hakim
kılınmış değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak, bu vazifeyi daha
kimsenin yerine getirmemiş olduğuna ve gerçekleştiğinde de bunun, Hz. Mehdi'nin
en önemli alametlerinden biri olacağına dikkat çekmiştir.
Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim kılınması şu
ana kadar henüz gerçekleştirilmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere,
Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin her biri
yaşadıkları asrı aydınlatmış ve büyük birer iman hizmeti vermişlerdir. Ancak bu
büyük İslam alimlerinin hiçbiri Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olmasını,
dinin esaslarının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeryüzünde hakim kılınmasına
vesile olmamışlardır. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu büyük görevi Hz.
Mehdi'nin yerine getireceğini hatırlatmış ve bu özellik oluşmadan bir şahsın
Hz. Mehdi olmasından bahsedilemeyeceğini hatırlatmıştır.
28-HZ. MEHDİ’NİN MADDİ İMKANLARI DAR MI YOKSA
GENİŞ Mİ OLACAKTIR?
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki
kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın
hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle (kalpten bağlılıkla) olduğu halde, BU
İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O
İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN (yerine getirilebilsin). (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevini ancak "BÜYÜK
BİR MADDİ KUVVET VE HAKİMİYETLE" gerçekleştirilebileceğini
vurgulamıştır. Bu güce sahip olacak tek kişi Hz. Mehdi'dir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin bu vazifesini dünya çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak, onun
sahip olacağı maddi kuvvet ve hâkimiyetin de çok büyük boyutlarda olacağına
dikkat çekmiştir. Bediüzzaman, yaşadığı süre içerisinde böyle bir güç ve
hakimiyet sahibi olmamıştır. Tüm hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu
uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir hizmet vermiştir.
Ancak onun tebliği maddi bir kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil, gayet zor
maddi şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hem Bediüzzaman
hem de talebeleri büyük iman hizmetlerini çok kısıtlı imkanlarla
gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu zorluklar içerisinde, Bediüzzaman şerefli
mücadelesini sürdürmüş ve ihlasıyla, samimiyetiyle Müslümanlara önemli bir
örnek teşkil etmiştir. Ancak bizzat kendisinin de belirttiği gibi, bu durum,
Hz. Mehdi'nin elde edeceği "gayet büyük maddi kuvvet ve hakimiyet"in
Bediüzzaman'ın hayatında söz konusu olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Nitekim
Bediüzzaman da, kendisine Mehdilik isnad eden kimselere Hz. Mehdi olmadığını bu
delili de öne sürerek açıklamıştır.
29- MÜSLÜMANLARIN GERÇEK İSEVİLER
İLE İTTİFAKI OLUŞMUŞ MUDUR?
O ZATIN üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ
(İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM'A BİNA EDEREK (İslam Birliği üzerine
kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar Hristiyanlarla ve Hristiyan
alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş birliği ve dayanışma içerisine girerek)
DİN-İ İSLAM'A (İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin, İslam toplumunu
birleştirip Hristiyan önderleriyle, İslam ve Hristiyanlığın ortak cephesi olan
"materyalizm ve dinsizliğe" karşı ittifak edeceğini ve bu yolla İslam
dinine hizmet edeceğini bildirmektedir. Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi, "...
iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hristiyanlarız"
diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve
onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir." (Maide Suresi,
82) samimi Müslümanlar ve samimi Hristiyanlar birbirlerinin doğal
müttefikidirler. Dinsizliğe karşı ortak bir fikri mücadele yürütmeleri ve
yardımlaşmaları gerekir. Ahir zamanda bu dayanışmanın en güzel örneği Hz. İsa
ve Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz.
Mehdi'nin bu önemli alametine dikkat çekmektedir.
Hz. Mehdi'nin İslam Birliğini kurup Hristiyan
önderlerle ittifak etmesi ve bu vesileyle İslam'a hizmet etmesi Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde ve öncesinde de gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman,
kendisi hayatta iken henüz gerçekleşmemiş olan bu önemli gerçeği hatırlatarak,
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını bir kez daha delillendirmekte ve Hz. Mehdi'nin
kendisinden sonraki bir tarihte gelecek bir şahıs olduğunu müjdelemektedir.
30- BEDİÜZZAMAN SALTANAT SAHİBİ
OLMUŞ MUDUR?
BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve KUVVET ve MİLYONLAR FEDAKARLARLA
(MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR (yerine
getirilebilir).(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Önceki satırlarda Bediüzzaman'ın, Hz. Mehdi'nin “pek
büyük bir saltanat ve kuvvet” sahibi olacağını belirttiği bu sözü detaylı
olarak açıklanmıştı. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini ancak böyle bir
güç ile gerçekleştirebileceğini ve bunun da Hz. Mehdi'nin sahip olacağı önemli
özelliklerden biri olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu sözlerinde
kullandığı "Saltanat" kavramı, güç ve yetki ifade
eden bir kelimedir. "KUVVET" kavramı ise "istediği şeyi
icra edebilme gücü yani yetki"yi tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin İslam Birliği'ni oluşturup bu birliğin liderliğini üstleneceğini ve "pek
büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağını" bildirmiştir.
Bediüzzaman'ın "PEK BÜYÜK" sözleri, Hz. Mehdi'nin sahip
olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir.
Bediüzzaman, yaşadığı süre içerisinde böyle büyük
bir güç ve hakimiyete sahip olmamıştır. Tüm hayatını Kuran ahlakının tebliğine
adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir hizmet
vermiştir. Ancak onun tebliği maddi bir kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil,
gayet zor maddi şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hem
Bediüzzaman hem de talebeleri büyük hizmetlerini çok kısıtlı imkanlarla
gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu zorluklar, Bediüzzaman'ın şerefli mücadelesini daha
değerli hale getirmiş ve ihlasıyla, samimiyetiyle Müslümanlara önemli bir örnek
teşkil etmiştir. Ancak bir yandan da, kendisinin de belirttiği gibi bu durum,
Hz. Mehdi'nin elde edeceği “pek büyük bir kuvvet ve saltanat”ın Bediüzzaman'ın
hayatında söz konusu olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
“AKILLI
TASARIM”
SAPTIRMACASI
1980’lerin ikinci yarısında ABD'de evrim
teorisine karşı 'akıllı tasarım' adı verilen bir teori ortaya atılmıştır. Bu
teori tüm canlıların, Darwinizm’in iddia ettiği şekilde tesadüflerle değil,
'akıllı bir tasarım' sonucunda meydana geldiklerini savunmaktadır.
Ancak söz konusu hareketin savunucuları, tüm
canlıların Yaratıcısının alemlerin Rabbi olan Allah olduğunu açıkça dile
getirmemektedirler.
Bu hareketin önde gelen isimlerinden Michael Behe
'akıllı tasarım’ın ne olduğunu açıklarken, “akıllı tasarım, dine dayanan bir
düşünce değil, ama dindar insanlar bu teoriden kendi tartışmalarında
yararlanabilirler” demektedir.
"Allah
yaratmıştır" demeyip sadece
"akıllı
tasarım vardır" demek bir
Müslüman'ın
kullanacağı üslup değildir!
Ülkemizde de 'akıllı tasarım teorisi'ni savunan
kimseler bulunmaktadır. Ancak bu kimselerin dikkat çeken bir özellikleri
vardır. Bunlar, söz konusu teoriyi savunurlarken bu hareketin Batılı destekçilerinin
üslubunu taklit etmeye çalışmakta ve Allah'ın ismini anmaktan özellikle
kaçınmaktadırlar.
"Tüm evreni, canlı ve cansız varlıkları
Allah yaratmıştır" demek yerine açıklamalarında, “evrende akıllı bir
tasarım vardır” şeklinde muğlak ifadelere başvurmaktadırlar. Bu tutumları,
Allah’ın ismini anmaktan maksatlı olarak kaçındıkları kanaatini
oluşturmaktadır.
Elbette ki Müslüman olmayanların, dinsizlerin ya
da birtakım felsefecilerin bu tür bir üslup kullanmalarında yadırganacak bir
yön yoktur.
Ancak, "ben Müslümanım" diyen bir
kimsenin aynı üslubu kullanması kabul edilebilecek bir durum değildir.
"Allah yarattı" demekten sürekli kaçınarak, "bir güç
yarattı", "akıllı tasarımın eseri" şeklinde izahlar kullanmak
Müslüman bir kimsenin tavrı ve üslubu olamaz.
Çünkü bu tür bir üslup, “Ben 'Allah' demek
istemiyorum, 'bir güç var, akıllı tasarım var' demek istiyorum” anlamına gelir
ki, bunun da Kuran'la, İslam'la bağdaşan hiçbir yönü yoktur.
"Her şeyi Allah yarattı", "her şey
alemlerin Rabbi olan Allah'ın 'OL' demesiyle oldu" demekten kaçınarak
yalnızca "kainatta akıllı bir tasarım vardır" demek ancak, Allah'ın
varlığına gerçekten iman etmemiş bir zihniyetin ürünü olabilir.
Yoksa, ilkokulda okuyan bir çocuk dahi bilir ki,
gökyüzünü, ceylanları, balıkları, kuzuları, elmayı, muzu, üzümü, portakalı
yaratan Allah’tır, 'akıllı tasarım' değil.
'Akıllı
tasarım', 'akıllı bir güç' ifadeleriyle
Allah'ın dışında
kim kastedilebilir?
Allah'ın varlığı
gözardı edilerek (Allah'ı tenzih ederiz) öne sürülen bir 'akıllı
tasarım' iddiası son derece akılsızca ve mantıksızca bir iddiadır.
Normal zekaya sahip vicdanlı bir insan, biraz
düşündüğünde, evrende tasarlanmış gibi bir mükemmellik varsa bunu yaratanın
Allah'tan başkası olamayacağını anlar.
Evrendeki canlı-cansız tüm varlıkların Allah'ın
sonsuz aklının, ilminin, gücünün, üstün yaratma sanatının tecellileri olduğunu
görür.
Bunun sonucunda da, "akıllı tasarım
var", "akıllı bir güç var" demez, "Allah vardır, Allah
yaratmıştır" der.
Bilindiği gibi, İslamiyet'ten önce Mekke'deki
müşrikler taşlardan ve tahtalardan yonttukları heykellere Allah'ın sıfatlarını
yakıştırarak kendilerine bir takım putlar edinmişlerdi. "Lât",
"Menât", "Uzza", gibi çeşitli isimlerle adlandırdıkları bu
putların güç sahibi olduklarını, canlıları yarattıklarını, rızık verdiklerini,
koruyup kolladıklarını öne sürmekte, kısaca Allah'ın sıfatlarını bu putlara
isnad ederek Allah'a şirk koşmaktaydılar.
Aynı şekilde bugün yapılmak istenen de, Allah'ın
üstün sıfatlarını 'akıllı tasarım', 'akıllı güç' gibi isimlerle adlandırılan
soyut kavramlara yükleyerek insanları Allah inancından uzaklaştırmaktır. Bunun
anlamı ise 'akıllı tasarım' adı verilen bir put edinmekten başka bir şey
değildir.
Kuran'da müşriklerin bu tutumu hakkında şöyle
buyurulmaktadır:
"Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın isimlendirdiğiniz isimlerden başkası
değildir. Allah, onlarla ilgili 'hiçbir delil' indirmemiştir. Onlar, yalnızca
zanna ve nefislerinin heva olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun,
onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir." (Necm Suresi, 23)
Masonlar da aynı
mantıkta, eserlerinde kainatı 'total bir
güç'ün, 'bir şuur'un yönettiğini fakat bundan kastettiklerinin kesinlikle Allah
olmadığını öne sürerler. (Allah'ı tenzih ederiz)
Görüldüğü gibi 'akıllı tasarım'
taraftarları da masonik izahlardaki mantığın birebir aynısını savunmaktadırlar.
Allah'ın
yaratmak için tasarım
yapmaya ihtiyacı
yoktur
Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan
Allah’ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah
tüm bunlardan münezzehtir.
Belki, Allah’ın yaratmasındaki mükemmellik,
“tasarlanmış gibi bir mükemmellik var” şeklinde ifade edilebilir, o kadar...
Allah'ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını
dilediğinde, onun olması için yalnızca "Ol" demesi yeterlidir.
Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca:
"Ol" demesidir; o da hemen oluverir." (Yasin Suresi, 82)
"Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O,
bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen
oluverir." (Bakara Suresi, 117)
'Akıllı tasarım'
izahları samimi olarak
Allah inancına
eğilim gösteren kimseleri de
olumsuz yönde
etkileyebilir
Şurası bir gerçektir ki 21. yüzyılda tüm dünya,
hızla materyalist ve ateist görüşleri terk etmektedir.
Evrim teorisinin geçersizliğinin, bu teorinin
bilim ve akıl dışı olduğu gerçeğinin günden güne daha çok anlaşılmasıyla
insanlarda Allah inancına doğru samimi bir yöneliş yaşanmaktadır.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, tüm hayatını
ateizmi savunmaya adamış olan ünlü bilim adamı Anthony Flew’dur. Flew,
geçtiğimiz aylarda kendisiyle yapılan bir röportajda ateizmi terk ettiğini ve
artık Allah'a inandığını belirtmiştir.
Yine benzer şekilde birçok bilim adamı, sanatçı
ve politikacı beyanatlarında Kuran’a karşı duydukları ilgiyi ve merakı açıkça
dile getirmektedirler.
Durum böyleyken, 'akıllı tasarım' gibi
samimiyetten ve İslami bilinçten uzak izahların iman etme eğiliminde olan
kimseleri de olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Bu tür ortalı ve muğlak
izahlar dine eğilim gösteren insanların tereddüt ve çelişkiye düşmesine,
kafalarının karışmasına, zihinlerinin bulanmasına neden olabilir.
'Akıllı tasarım'
şeytanın farklı bir saptırmacasıdır
Evrim gibi batıl bir iddiayı reddederken şeytanın
yeni bir tuzağına düşmekten şiddetle kaçınmak gerekir. Zira şeytanın en büyük
amaçlarından biri her ne şekilde olursa olsun, Allah'ın adının anılmasını
engellemek, insanları Allah'ın zikrinden yüzçevirtmektir.
Nitekim şeytan evrimle aldatamadığı insanları bu
sefer de "akıllı tasarım" gibi farklı bir yöne saptırarak yine
amacına ulaşmış, insanları Allah'ın adını anmaktan uzaklaştırmış olacaktır.
Şeytanın bu şekilde hak adına ortaya çıkıp
insanların doğru yollarına oturarak onları saptırmasına Kuran'da şöyle dikkat
çekilmektedir:
"Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı
onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda oturacağım.
Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)
Bilinmelidir ki evrim teorisinin çürütülmesi ve
tesadüf mantığının geçersizliğinin ortaya konması akıllı tasarımı değil
Allah'ın varlığını, her şeyi Allah'ın yarattığını gözler önüne serer.
"Evrim yoksa akıllı
tasarım vardır" demek evrimden sonra yeni bir sahte ilah edinmekten
başka bir şey değildir.
Müslümana yakışan Kuran'da örnek
verilen
peygamberlerin ve elçilerin
yolunu
benimsemesidir
Müslümanlar şu veya bu bilim adamının ya da
bilimsel akımın değil, Kuran'da örnek verilen peygamberlerin ve elçilerin
yolunu izlemekle, bu mübarek şahısların üslubunu örnek almakla sorumludurlar.
Resullerin her devirde kavimlerine tebliğ
yaparken kullandıkları üslup son derece açık, net, kararlı ve anlaşılırdır.
Hepsi kavimlerine Allah'ın varlığını ve birliğini, Allah'tan başka ilah
olmadığını, her şeyi Allah'ın yarattığını açıkça tebliğ etmiş, insanları
yalnızca Allah'a kulluk etmeye davet etmişlerdir. Hiçbiri de tebliğ yaparken
Allah'ın adını açıkça ve cesurca zikretmekten çekinmemiştir.
Nitekim Resullerin bu karakterlerinin tarif
edildiği ayetlerden bazıları şöyledir:
"Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak)
gönderdik. Böylece kavmine dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin.
O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak
mısınız?" (Müminun Suresi, 23)
"İbrahim de; hani kavmine demişti ki: "Allah'a
kulluk edin ve O'ndan sakının, eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır. (Ankebut Suresi, 16)
"Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü)
Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah
mı?" "Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri
hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak
adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O,
Kendisi'nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din
işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Suresi, 39-40)
"Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz
mısınız?" demişti. "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir
elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.” (Şuara Suresi, 161-164)
"... (Şuayb) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin,
sizin O'ndan başka İlahınız yoktur..." (Araf Suresi, 85)
"(İsa) "Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim,
sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." (Zuhruf Suresi, 64)
Görüldüğü üzere Kuran’da anlatılan peygamberlerin
hiçbirisi “tasarımcı”, “akıllı tasarımcı” veya benzeri kavramları değil
kullanmak, ima dahi etmemektedir. Resullerin her biri açıkça Allah’ın Yüce
ismini zikrederek cesurca Allah’ın hükmünü beyan etmektedir.
Kuran’ın ve sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed
(sav)'in yolunu benimseyen her Müslüman da, Resullerin bu üstün ahlakını, örnek
tavır ve üslubunu kendisine rehber edinmekle yükümlüdür.
EK
BÖLÜM:
EVRİM
TEORİSİNİN SONU
Darwinizm; ara fosil olmadığı halde varmış
telkini yapar… Geçersiz deliller sunar… Bulunan bütün fosiller yaratılışı ispat
ettiği halde bunun tam aksini savunur… Tesadüfler sonucu oluşma ihtimali ancak
10 950'de
1 olan, -yani "oluşması imkansız olan" proteinlerle- yine tesadüfler
sonucunda, sanatçılar, bilim adamları, profesörler meydana geleceğine
inandırmaya çalışır. Hatta meydana gelen profesörlerin, kendilerinin nasıl
tesadüfen meydana geldiğini üniversiteler kurarak araştırdığına da inandırmaya
çalışır…
Darwinizm; bir canlı hücre kromozomunda dev bir
kütüphaneden daha fazla bilgi kodlanmış olmasını, kör tesadüflerin mucizesi
olarak görür… Görmeyen, duymayan, hissetmeyen, şuursuz atomların, gören, duyan,
hisseden, düşünen şuurlu insanlar haline gelmesini, tesadüflerin ilahi gücünden
olduğunu iddia eder… Tesadüf, Darwinizm'in mucizeler meydana getiren ilahıdır.
1. Darwinizm
artık proteinlerin evrimle oluşabileceğini iddia edemiyor. Çünkü tek bir proteinin bile tesadüfen doğru
dizilimle oluşma ihtimali teorik olarak 10950'de 1 dir. Bu ise gerçekleşmesi
matematiksel olarak imkansız bir ihtimaldir.
2. Darwinizm
artık fosilleri evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü 19. yüzyılın ortalarından bu yana dünyanın dört bir
yanında yapılan arkeolojik çalışmalarda, evrimcilerin milyonlarca olduğunu
iddia ettikleri "ara geçiş formu" fosillerinden tek bir tane bile
bulunamadı. "Kayıp halkaların" bilim dışı bir efsane olduğu
anlaşıldı.
3. Evrimciler
bugüne kadar bulunmuş olan sayısız fosil karşısında çaresiz kalmışlardır. Çünkü bulunan tüm fosiller yaratılışı destekler,
ispat eder mahiyettedir.
4. Evrimciler
artık Archaopteryx'in kuşların atası olduğunu iddia edemiyor. Çünkü Archaopteryx fosilleri üzerinde yapılan
son incelemeler bu canlının "yarım kuş" olduğu iddiasını çürütmüştür.
Archaopteryx'in uçuş için gerekli anatomi ve beyin yapısını kusursuz olarak
barındırdığı yani bir kuş olduğu anlaşılmış, böylece "kuşların evrimi
masalı" evrimciler için savunulamaz olmuştur.
5. Darwinizm
artık "At Serisi" diye ortaya konulan sahte dizilimi kullanamıyor. Çünkü bu sahte serinin dizilimi kullanamıyor.
Çünkü bu sahte serinin geçmişte farklı devirlerde ve farklı coğrafyalarda
yaşamış bağımsız canlı türlerinden ibaret olduğu anlaşıldı.
6. Darwinizm
artık sudan karaya çıkış hikayesi için Coelecanth isimli fosili kullanamıyor. Çünkü soyu tükenmiş bir ara-form olduğu iddia
edilen bu canlının halen yaşamakta olan bir dip balığı olduğu ortaya çıkmıştır
ve bu canlı bugüne kadar 200'den fazla sayıda -canlı olarak- yakalanmıştır.
7. Darwinizm,
Ramapithecus, Australopithecus Serisi (A. Bosei, A Robustus, A. Aferensis,
Africanus vb.) gibi canlıların insanların ataları oldukları iddiasını artık
savunamıyor. Çünkü bu fosiller
üzerinde yapılan araştırmalar, bunların insan ile hiçbir ilgisi olmadığını ve
tamamının geçmişte yaşamış maymun türlerinden ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
8. Darwinizm
rekonstrüksiyon (canlandırma) çizimlerle artık insanları kandıramayacak. Çünkü eskiden yaşamış hayvanların kalıntılarına
dayanılarak yapılan bu canlandırmaların (rekonstrüksiyon) hiçbir bilimsel
değere sahip olmadığı ve tamamen güvenilmez oldukları bilim adamlarınca açıkça
ortaya konmuştur.
9. Darwinizm
artık "Piltdown Adamı"nı evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü, yapılan araştırmalar "Piltdown
Adamı" diye bir fosilin hiçbir zaman var olmadığını, insana ait bir
kafatasına orangutan çenesi eklenerek insanların 40 yıl boyunca kandırıldığını
ortaya çıkardı.
10. Darwinizm
"Nebraska Adamı"nın ve sözde ailesinin evrimi ispatladığını artık
savunamıyor. Çünkü "Nebraska
Adamı" hikayesinin dayandırıldığı azı diş kalıntısının aslında soyu
tükenmiş yabani bir domuza ait olduğu tespit edildi.
11. Darwinizm
artık "Doğal Seleksiyonun evrime sebep olduğu iddiasını savunamıyor. Çünkü, söz konusu mekanizmanın canlıları
evrimleştiremeyeceği, onlara yeni özellikler kazandırmayacağı bilimsel olarak
ispatlanmıştır.
Darwinistlerin yukarıda sayılanlardan başka daha
pek çok yanlış bilgilendirmesi söz konusudur. Bunların tamamının geçersizliği
zaman içinde ortaya çıkmıştır. Örneğin; evrimleştirici özelliği olduğu iddia
edilen mutasyonların tamamen tahrip edici özelliğe sahip olduğu ve canlılara
gelişme değil hastalık, sakatlık veya ölüm getirdiği görülmüştür… Darwinistlerin
insan embriyosunda solungaç olarak gösterdiği yapının gerçekte insanın orta
kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu
anlaşılmış, üstelik embriyo çizimlerinde evrimi desteklemek için değişiklikler
yapıldığı da ortaya çıkmıştır. Bakterilerdeki antibiyotik direncine ait genetik
bilginin bakterinin "var olduğu andan itibaren" DNA'sında bulunduğu
ortaya çıkarılmıştır…
Geçtiğimiz asrın en büyük İslam alimlerinden biri
olan Bediüzzaman Said Nursi, pek çok konuda olduğu gibi, Ahir Zaman konusunda
da en doğru ve en güvenilir bilgileri vererek Müslümanlara yol göstermiştir.
Güçlü bir iman, örnek bir samimiyet ile yazılmış
olduğu her satırında hissedilen Risale-i Nur Külliyatı’nda Bediüzzaman, başka
hiçbir kaynakta bulunmayan, son derece değerli tesbit ve yorumlarıyla
Müslümanları aydınlatmıştır.
Elinizdeki bu kitapta, Bediüzzaman’ın Ahir Zaman
hakkındaki “Hz. Mehdi Ne Zaman ve Nerede Çıkacaktır?”, “Hz. Mehdi'nin Görevleri
Neler Olacaktır?” ve “Bediüzzaman’ı Mehdi Zannedenlere Bediüzzaman’ın Cevabı Ne
Olmuştur?” gibi pek çok soruya verdiği cevapları bulacaksınız.